Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

331 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Bu kitabı yalnızca "görenler" okusun.
Düşünün... Trafiktesiniz. Önünüzde ve arkanızda birçok araç var. Siz de aracınızın içindesiniz. Trafik lambalarının önünde yeşil ışığın yanmasını bekliyorsunuz. Sarı ışık yandı. Araçlar kalkışa hazırlanıyor. Ve yeşil ışık. Öndeki araçlar hızla bastı gitti. Siz kaldınız. Gidemiyorsunuz. Doğal olarak arkanızdaki araçlar da gidemiyor. Ve ilerleyemeyince çılgınca kornoya basıyorlar. Siz arabayı kullanamıyorsunuz. Muhtemelen, aracınızda mekanik bir arıza olduğu düşünülüyor. Gaz pedalı yerinden çıkmış, vites kolu sıkışmış ya da hidrolik sistemde bir arıza meydana gelmiş, frenler bloke olmuş, elektrik devresi kesilmiş olabilirdi, belki de sadece benzin bitmiştir. Birkaç sürücü öfkeyle aracından inip yanınıza geliyor. Aracınızın kapısını açıyorlar. Ve sizin ağzınızdan yalnızca iki kelime çıkıyor, iki kelime : KÖR OLDUM. Olay böyle başlıyor kitapta. Adı bilinmeyen bir ülke, adı bilinmeyen insanlar. (Kitapta tek bir insan ismi dahi geçmiyor)... Ve adamdaki bu körlük bildiğimiz siyah körlük değil; her tarafı bembeyaz, süt denizi gibi gören, aydınlık bir körlük. Bakanlığın, medyanın tabiriyle: Beyaz körlük. Ve bu körlük hızlı bir şekilde bütün ülkeye bulaşıyor. Düşünün : Ülkedeki bütün insanlar kör oluyor... Marketlerde satış yok, herkes bulduğunu alıp yiyor. Kimse görmediği için tuvalete gitme gereği duyulmuyor, herkes ortalık yere tuvaletini yapıyor. Banyo yapma denen bir şey yok, herkes leş gibi kokuyor. Dışardan biryerlerden yiyecek bulmak için evinden çıkan kişi, bir daha evini bulamıyor, başka yerlerde kalıyor. Ve buna benzer birçok sorun... Bu körlüğün içinde, kocaman bir ülkede yalnızca tek bir kadın kör olmuyor. Bir kadın dışında tüm insanlar körlüğe mahkum... Olaylar böyle gelişiyor kitapta. Kitabın kısaca özeti bu. Spoiler vermeden özetlemeye çalıştım. Gelelim incelemeye. Gözlerimizin olması görüyor olduğumuz anlamına gelmez. Körlerin de gözleri var. Gözler sadece bakar, körler de bakıyorlar. Gözler yalnızca bir mercektir. Asıl gören organ beyindir veya kalptir. Öyle olmasa beyin gözü, kalp gözü gibi tabirler olmazdı. Kitapta iki tür körlükten söz ediliyor: -Manevi körlük -Fiziksel körlük Kitapta asıl bahsedilen körlük manevi bir körlük. Bembeyaz, aydınlık bir körlük. Yani göze perde inmesi. Yani bir şeyleri görememek, vicdanımızı yitirmek, bencillik, kibir, ırkçılık gibi hastalıklı düşüncelerin bizi esir etmesi. Belki de bir şeyleri görmek ama sessiz kalmak. Belki de görmek istememek. Çünkü bazen görmek acı verir. Namaz kılmak istemeyen bir insana ezan sesinin ağır gelmesi gibi. Veya etrafımızda acı çeken birilerini görmek istememek gibi, çünkü acı çeken birini gördüğümüz zaman biz de içten içe acı çekeriz. Ve üzerimize bir sorumluluk yüklenir. Görmek, insana sorumluluk yükler.. İşte kitapta da bir karakter var ki, doktorun karısı, görüyor. Kimsenin görmediği bir ülkede gören tek insan o. Görmenin verdiği bütün sorumluluğu hisseden bir kadın. Bu sorumluluğun çok ağır olduğunu bildiğinden bazen kendi için de "kör olmak istemeyi" düşünen bir kadın. Çünkü kimsenin görmediği bir yerde görmek/görebilmek büyük sorumluluklar yükler insana. Kimsenin görmediği bir yerde görmek çok acı vericidir bazan. Manevi bir görmek üzerine düşünsenize: toplumsal açıdan olsun, dini açıdan olsun, siyasi açıdan olsun... Etrafınızda kimse bir şeyleri görmüyor. Yalnızca siz görüyorsunuz. Gördüklerinizi anlatmak istiyorsunuz, anlatıyorsunuz ama anlamıyorlar. Çünkü anlamak istemiyorlar. Bir yerden sonra pes ediyorsunuz. Çünkü ne kadar çabalasanız da anlamayacaklarını biliyorsunuz. Ve bilinçli bir suskunluğu tercih ediyorsunuz. Sanırım Leyla ile Mecnun dizisinde geçen bir replikti: "Bir ara çok konuştum, hiç faydasını görmedim, bıraktım." Anlamayan insanların arasında belki de hiç konuşmamalı... Velhasıl kitaba dönecek olursak kitapta bir karakter daha var ki, şaşı çocuk, onun üzerine de biraz kafa yordum, toplumda ekmek elden su gölden geçinen, sıfır sorumluluk sahibi, her şey önüne hazır gelen insan karakterini sembolize ediyor. Kitaptan bir karakter olmak isteseniz hangisini tercih ederdiniz? Görmeyi tercih ederek bütün sorumluluğu üzerine yüklenen doktorun karısı olmayı mı, yoksa her şey önüne hazır gelen, hiçbir sorumluluğu olmayan kör olan şaşı çocuğu mu? Albert Camus'un "Düşüş" kitabı 100. sayfasındaki şu cümle geliyor aklıma: "mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan." Kitapta geçen diğer körlük türü ise fiziksel körlük. Beni bu daha çok etkiledi sanırım. Kitap öyle bir kitap ki, kitabı okurken empati kurmayan bir kişinin dahi olmadığını düşünüyorum. İster istemez size empati kurduruyor yazar, sizi olayların içine çekiyor. Körmüşsünüz gibi hissettiriyor. Kaldı ki kitaptaki yazım kuralları ve noktalama işaretleri de yazarın istediği biçimde, sanki kör bir şekilde yazılmış gibi, diyaloglarda kim kimle konuşuyor belli değil gibi falan... Bendeniz ileri derecede miyop biri olarak kitabı okurken defalarca kez gözlerimi kırpmak için kapatırken, "ya açtığımda kör olursam" diye düşündüm. Kitaptan çok etkilenmiş biri olarak, bilinçaltıma beyaz bir körlüğün yerleştiğini düşünerek, geceleri uyurken, "ya uyandığımda kör olursam" diye düşündüm. Fazla abartmışsın diyebilirsiniz ama fiziksel körlük üzerine daha önce de çok kafa yoran ve kör olmaktan korku duyan biri olarak "olur mu olur" diye düşündüm. Hatta belki size komik gelebilir, (ama bana bunu yazdıran duygu öyle değil) körlük kitabını okurken kör olan ilk insan olarak tarihe gecicem diye bile düşündüm. Velhasıl Allah kimseyi gözleriyle sınamasın. Biz insanlar genelde sağlıklıyken organlarımızın kıymetini bilmeyiz. Ne zaman ki bir rahatsızlık oluşur o zaman anlarız organlarımızın değerini. Ben de önceden gözlerimin değerini bilmezdim, taa ki miyop olana kadar. Burayı da Üstad Necip Fazıl'ın sözleriyle bitirmek istiyorum: "Dünyaları verseler iki gözünü vermezsin; İki gözünü verene neden secde etmezsin?" Bir de şunu eklemek istiyorum. Bazan öz eleştiri yapmalıyız, kendimizi sorgulamalıyız. Mesela şimdi: Ne kadar görüyoruz? Ya da görüyor muyuz, görebiliyor muyuz? Ya da görmemek için gözlerimizi sımsıkı kapatıyor muyuz? Ya da bir şeyleri gördüğümüz halde sessiz mi kalıyoruz? Gördüğümüz şeyler üzerinden insanları bilinçlendirmeyi denedik mi hiç? Her biri ayrı ayrı üzerine konuşulacak sorular... Ben kitabı beğendim. Baştan sona kadar akıcı, sürükleyici bir şekilde devam ediyor. Aslında sonunu tahmin edebiliyorsunuz kitabın ama yine de merak ediyorsunuz nereye varacağını. Onun dışında (bence mide bulandırıcı şekilde) +18 içerikli bölümler de var. Kitabın okunmasını tavsiye ederim. Ama yalnızca gören veya görmek isteyen insanlar tarafından. Kör birinin bu kitabı okuması çok da bir şey katmayacaktır kişiye çünkü. Temennim odur ki, etrafımızdaki olaylara karşı kayıtsız kalmayalım, kör olmayalım, görmemek için gözlerimizi kapatmayalım, bilinçli olalım, farkındalık sahibi olalım.. Onun dışında gözlerimizin kıymetini bilelim. Keza diğer organlarımızında.. Bir de şu soru zihnime geldi kitabı kapattıktan sonra düşünürken : Hangi körlük daha kötü? Fiziksel körlük mü yoksa manevi körlük mü?
Körlük
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022103,6bin okunma
··
201 görüntüleme
Gogolun Paltosu okurunun profil resmi
Bir an kahramanın arabasının nasıl çalındığını anlatacaksınız sandım, kitabı tekrar okuyasım geldi. 😂
Ayşenur Ka okurunun profil resmi
😁😁 Çalınması değil yalnız anlattığım, bozulması 😄 kitapta yazdığı şekliyle aldım orayı
Gogolun Paltosu okurunun profil resmi
Biliyorum, öyle bir başlamışsınız ki oraya gidiyor dedim bu inceleme🤦🏻‍♂️😂
Süleyman okurunun profil resmi
Kitabı okumayı düşünenler için son derece etkileyici bir inceleme yazısı olmuş. Elinize sağlık.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.