Eğer bir "hareket", toplumu ileriye taşıyıp, dönüştürme perspektifine sahipse, koşulsuz ve ikircikli olmayan bir tarzda sosyal ilerleme perspektifine sahipse ve öyle hareket ediyorsa, o hareket ilericidir. Bu da, savunduğu "ekonomik büyüme" veya kalkınmanın mutlaka sosyal amaçlar içermesi gerektiği anlamına gelecektir: İstihdam, işçilerin gelirinin artması, herkesin yararına etkin kamu hizmetleri, vb. Fakat buna hemen bir şey daha eklemek gerekiyor: Söz konusu sosyal ilerleme amaçları, aynı zamanda sosyal yönetimin demokratik yöntemlerinin güçlenmesini ve yaygınlaşmasını da amaçlamalıdır. Böyle ilave bir koşul, daha baştan ve açıkça anti-demokratik, toplumun geleceğini "karizmatik" şahsiyetlere emanet eden hareketleri dışlar. Buna ikinci bir koşul daha eklemek gerekir ki, o da sosyal mücadelenin gerçekleştiği "ulusal" alanla ilgilidir. Sorunların ancak ulusal sınarların ötesinde çözülebileceği gerekçesiyle, sosyal ve demokratik kazanımları savsaklayan, feda eden bir hareket, mümkün ve gerekli bir amacı ger çekleştinne şansını kaybedip, çözümü çıkmaz ayın onbeşine bırakmış demektir. Bu anlayış, sorunun çözümünü Avrupa arenasında belirlenen çerçeveye tabi kılma tercihi yapan sosyal hareketler için de geçerlidir.