Büyücü’den sonra okuduğum ikinci John Fowles romanı oldu Koleksiyoncu. Kitap kısaca, resim öğrencisi bir kıza saplantılı bir beğeni duyan bir kelebek koleksiyoncusunun kızı kaçırıp hapsetmesiyle beraber yaşananları anlatıyor. Olayları kitabın ilk yarısında koleksiyoncunun gözünden, ikinci yarıda ise resim öğrencisinin gözünden okuyoruz- ki bu tarz anlatımları ben çok severek okuyorum. Zaten kitabı da büyük keyifle okudum ve bitirdikten sonra çok etkilendim. Hem kolay okunan ve sürükleyici (ilk bölüm daha hızlı ilerliyor, ikinci bölüm görece daha sindire sindire ilerlediğim kısım oldu) hem de sizi birçok konuda düşünmeye sevk edecek, yeni pencereler açacak bir kitap. Saplantılı duygularla hapsedilmiş bir kadın ve onu hapseden erkeğin düşünce ve hisleri etrafında, toplumdaki farklı sosyokültürel sınıfların birbirleri hakkındaki düşüncelerini ve aslında birbirlerine nasıl yabancı olduklarını okuyorsunuz. Her iki tarafın da (hem entelektüellerin hem Fowles’in ‘Yeni Kitle’ diye tabir ettiği sığ, kültürel olarak yozlaşmış, sıradan insanların oluşturduğu kesimin) kendilerince nasıl haklı olduklarını, önyargı ve anlaşmazlıklarını çok başarılı bir şekilde anlatmış Fowles. Hem sürükleyici hem de sizi düşünmeye sevk edecek, değişik tarzda okumalardan hoşlanıyorsanız mutlaka tavsiye ederim. Fowles’a başlamak için de Büyücü’den daha doğru bir tercih olacaktır bana göre. Büyücü benim okurken daha sabır göstermem gereken ama daha az etkilendiğim bir kitap olmuştu.