Akademi ödüllü filmler arasında en sevileni olan bu savaş zamanı melodramı, 1940'ların stüdyoda çekilmiş egzotik filmler modasının belli başlı örneklerindendir; Warners'in her zamanki malzemesi, sıradan herhangi bir yerden çok daha fazla çağrışımlar içeren fantastik Kuzey Afrika'ya taşınır. Bunların yanı sıra Kazablanka'da sinemanın altın çağındaki diğer filmlere oranla, daha fazla kült oyunculuk, unutulmaz replikler, hazır klişeler ve Hollywood ukalalığı bulmak da mümkün.
Filmin görüntüleri bir Kuzey Afrika şehrinden çok bir stüdyoya yakışıyor: Şık beyaz ceketi ya da kemerli trençkotuyla Humphrey Bogart'ın Rick'i (o kadar bar varken...) ve Ingrid Bergman'ın Ilsa'sı (Biliyorum, bir daha asla seni terk etmeye gücüm olmayacak) gazinoda, ay ışığı altındayken, fonda onları, savaş her şeyin tadını kaçırmadan önceki basit yaşamlarına geri götüren o unutulmaz melodi ("As Time Goes By") işitilir. Ne var ki oyunculuğu için asıl alkışı hem işini bilir bir fırsatçı hem de hayatın saçma yanlarıyla dalgasını geçen alaycı ama romantik polis şefi Renault (olağan şüphelileri toplayın) rolündeki Claude Rains hak eder; özellikle kendisini artık özgürlüğe adamış kahraman Rick'in yanına, llsa'dan çok yakışacağını (Bu güzel bir dostluğun başlangıcı olabilir") gösteren filmin ünlü son sahnesinde. Filmin yan rollerdeki müthiş oyuncu kadrosu da unutulmaz: Nazilerin tek sesli Nazi şarkısını bastıran "La Marseilleise"i söylemeye başlayarak Avrupa'nın ayak takımını canlandırıp en ateşli işbirlikçileri ve asalakları bile yeniden vatan aşkıyla dolduran Çek vatansever Victor Laszlo rolündeki Paul Henried; Rick'e kendisini hor gördüğü için güvendiğini utangaç bir tavırla itiraf eden Peter Lorre'un kalpazanı Ugarte; asla tamamlayamayacağı bir telefon görüşmesi yapmaya uğraşan ve topuklarını vurmasıyla anımsanan filmin kötü adamı Nazi Binbaşısı Strasser rolündeki Conrad Veidt; piyanosunun tuşlarına dokundukça kahramanlarımızla bakışan sadık Sam'i oynayan Dooley Wilson; tavandaki vantilatöre rağmen terleyip duran Avusturya-Macaristanlı şişman vekilharç Cari rolündeki S.Z. Sakall ve sihirli halıya benzeyen bir şeyin üstünde fesiyle bağdaş kurup oturmuş, pek benzemese de Arap-italyan girişimci Ferrari rolündeki Sydney Greenstreet. Filmin figüran kadrosu bile çok başarılı, öyle ki filmin hayranlarında her şeyden çok bu canlı, baştan çıkartıcı ve kalabalık filmin içinde olma hissini uyandırıyor; Woody Allen'un bu filme muhteşem bir saygı duruşu olan filmi Play it Again Sam’i yapmaya iten de bu dürtüdür.
Curtiz'in açıklamalarla ağırlığı azalan ve filmin ortasında girip senaryo kurallarının çoğunu alt üst eden, Paris'teki bir geri dönüş sekansı etrafında kurduğu senaryosu, Bergman'ın filmin son sahnesi çekilenedek Henreid'le mi gidecek yoksa Bogey’le mi kalacak sorusunun yanıtını bilmediği, görünüşte gün be gün yazılmış olsa da gayet sorunsuz akan, çok az telaş ve fazlaca güvenle kurnaz bir öykü anlatır. Filmin kalıcı kült statüsü, "tarz" oluşundan kaynaklanır, yine de tamamlanmamışlık hissinin bunda payı ’var: Film savaş bitmeden önce yapılmıştır, karakterlerini "havada" ya da çölde bırakarak bitme cesaretini gösterir, (kendi küçük sorunları "incir çekirdeğini bile doldurmayacak" olan) ilk izleyicilerini ve filmi yıllar sonra keşfedenleri daha sonraki çalkantılı birkaç yıl boyunca bu İnsanlara ne olduğu sorusuyla merakta bırakır.