Ne çok konuşuyormuşum.
Beşerden ne çok şey bekliyormuşum. Şaşar derlerdi, başta kendim şaşmışım.. Ummuşum güzeli, gözlerimi yummuşum.
Ama hep durmuşum. Yalnızca iyiyi istemiş, kötüyü kovmuşum. Kötünün de derde derman, bazen yaranın da tene gerek olduğunu unutmuşum.
Bana Eflatun hatırlattı.
Evden çıkıp ‘gel’ diyene gittiğinde, kanaya kanaya yürüdüğünde, susup da anlattığında anladım.
Bu dünyanın Batın’ı da var, Tağut’u da; Asım’ı da var Davut’u da. Kendi çukurunu kazmadan, o çukurdan çıkan toprak ele değmeyince eksik kalınıyormuş gördüm.
.
Suskunlar bana anlattı. Eksiğimi-gediğimi, hırsımı, akımı-karamı.. Eflatun’un üflediği neyden dinledim.
On altıma döndüm, elime ilk neyi aldığım güne, üfler üflemez ses çıkınca hocamın bana dönüp gülümseyişini anımsadım.
Ney ki sadece bir ses değil; bin nefes demek. Sazın dile döktüğü dert demek, bilirim.
.
Şimdiden sıradaki İhsan Oktay Anar kitabımı daha doğrusu yolculuğumu hazır ettim, bekliyorum.