OğuzAtayizmKitap okumak zor iş. Öğrencilerim sıklıkla başlangıçtaki 20-30 sayfa okuyup sıkıcı bulduğunu bu yüzden bıraktığını söyler, "Daha iyisini siz yazın da onu okuyalım." derim, acımam, rencide ederim. :) Sonra anlatırım: "Bakın kitap gömülü bir hazinedir ve bir yazarın en önemli hazinesi de eseridir. Birkaç kürek darbesiyle bulunabilecek bir yere saklanmaz hazine. Sabırla kazın, altına ulaşın." Bu benzetmem için en iyi örnek herhalde Oğuz Atay kitapları olur.
Meraklıları bilir: Oğuz Atay okumak bir tutku, hem de vazgeçilemezbirtutku. Bu tutkunun bendeki tanımı ise, "Yunan mitolojisinde Kelime ve Cümle Tanrısı: OğuzAtay"
2009 yılıydı, üniversite son sınıf. Yeni Türk Edebiyatı dersimizin zorunlu tutulan bir romanıydı "Tutunamayanlar". Bu muhteşem eseri sayesinde tanıştım Oğuz Atay ile. Beynimi yakarak anlamaya çalıştığım, kaç kez bırakmayı düşünüp "He, okuma da gör nınının nınısını" düşüncesiyle off'laya poff'laya okuduğum ilk 300 küsur sayfa sonrası elimden bırakmak istemediğim, dilinin lezzetini kavrayınca "bitmeseee" diye yavaş yavaş okuduğum dev bir eserdi. Her ne kadar günümüz ergenlerinin ağzında dolaşan "Olric" ve "Efendimiz" lafları beni bu ergen zihniyetten tiksindirse de Oğuz Atay'dan tiksindirmedi ki "Albayım, ha-ha" laflarının ağızlarda sakız edilmesine, kitapta yer almayan uydurma cümlelerin üretilmesine rağmen büyük cesaretle "Tehlikeli Oyunlar"ı okumaya karar verdim. Bu kararda bazı değerli okur arkadaşların, benden önce okumuş olan öğrencilerimin kıskandırıcı iteklemesi de büyük etken oldu. :)
Kitap hakkında teknik ya da detaylı bir inceleme yapacak değilim, buna donanımım da dilimin gücü de yetmez. 1K'daki çok kaliteli, çok daha derin okurların muhteşem yorumları ve incelemeleri var zaten. Ayrıca bu konuda eminim yüzlerce tez de yazılmıştır. Dolayısıyla hislerimi, üzerimdeki etkisini anlatmazsam haksızlık etmiş olurum kendime de.
Oğuz Atay olay ya da durumları bulmasıyla, anlatmasıyla değil üslubuyla öne çıkan bir yazar. Onu diğerlerinden fersah fersah üstün kılan da zaten bu yönü. Oğuz Atay üslup yazarı benim için, roman ya da tiyatro yazarı değil. Dilinin keyfine varabilmek zaman ve emek ister. Bazı sayfaları hiç anlamadığınız için, bazı sayfaları da sırf keyiften defalarca okur ve tadına varırsınız. "Bunu da mı düşünmüş, bunu da mı dert etmiş, yok artık!" diyerek ağzınız açık tespitler okursunuz. Olaylara ise sonradan vakıf olursunuz, okudukça parçalar oluşmaya başlar zihninizde ve kitap bitene kadar ne okuduğunuzu da anlamayabilirsiniz. Ancak kitap bittiğinde üzerinizden geçtiğini hissettiğiniz tır, sizde yeniden doğuş etkisi uyandırır. Her şey yerli yerine oturmuştur, sizin zihniniz hariç. Tutunamayanlar'ı sevmiştim ama o çağlarda şimdiki kadar dikkatli okumamıştım. Tehlikeli Oyunlar'ı okuyunca Tutunamayanlar'ı neden sevdiğimi bir kez daha anladım, "soranolursaanlatamam" orası ayrı. Ancak 1 ay sonra öleceğimi öğrensem ve bir kitap hakkım olsa okuyacağımtekkitap "Tutunamayanlar" olur. Zirvede jübile yapmak gerek.
Bazı ilaçlar alışkın olmayan bünyelerde daha büyük sorunlar yaratır yan etkileri nedeniyle. Okuma alışkanlığı olmayan birine Oğuz Atay önermemek gerek; okuyacak kişinin bağışıklık kazanması şart yıkımlara, bilinç akışlı cümlelerin saldırısına.
Kitaba ve yazara dair bu naçizane görüşlerimi değerli kılmak ve bu gevezeliğimi sonlandırmak adına, kendi cümlelerimle bitirmek yerine kitabın sonunda da yer alan "Oktay Akbal - Oğuz Atay İçin" başlıklı yazıdaki etkili bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
"Kolay okumalar, hızlı sevgiler, beğeniler, alışkanlıklardan koptuğumuz, kopabildiğimiz, rahat ve geniş zamanlarımızı güç bir kitabı çözmeye, sevmeye, ondan bir şeyler almaya, öğrenmeye ayırabildiğimiz bir gün Atay'ın romanlarını çok seveceğiz."
Sevgiyle ve kitapla kalınız.