Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

351 syf.
·
Puan vermedi
İnceleme Teşebbüsü / Kanaat / İntiba
Not: Spoiler vermemek için azami ölçüde özen gösterilmiştir. Bununla beraber, neşrettiğimiz çıkarımlarda, yazarımızın kastıyla ve meramıyla paralellik iddiası bulunmamaktadır. Kezalik, satırlarımız koca bir intibadan ibarettir. Söze başlarken; Faust kitabını “Edebi-Mistik-Teolojik-Felsefik ve Öz Çıkarım” olmak üzre toplam 5 ayrı bağlamda incelemeye çalışacağız. Bu kompakt bir anlatıya sebebiyet verecektir. Nihai olarak, 60 yıllık bir sürecin ürününden bahsediyoruz. İzah edeceğimiz her fikir ve çıkarmasa tartışmaya açık bir zemindedir. Sürç-i efkar eder isek affola.. Kitapla alakalı künye ve tanıtım platformumuzda mevcut olduğu için incelemede yer vermeye lüzum görülmemiştir. Edebi Bağlamda: Çevirisi her ne kadar güçlü olursa olsun, yabancı dilden tercüme edilmiş her kitap için geçerli olan bir kaide; Edebi estetik az veya çok zedelenir. Nitekim Ahmet Haşim'in "Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak" mısrasını tercüme edebilirsiniz. Fakat ortaya çıkan "A heap of sun-colored leaves at the skirt" cümlesi, güneş rengi bir yığın yaprağın neyi kastettiğini karşılamaz. Fakat söz konusu Goethe olunca, kelimelerin münferid ehemmiyeti bir tutam ıskartaya çıkıyor. Zira Goethe; cümleleri kelime haline getirebilen endemik yazarlardan biri. Kitap bir tartışma ile başlıyordu. Ozan ve Palyaço'nun tartışmasıyla. Bir de Tiyatro Müdürü vardı bu tartışmaya dahil olan. Ozan, ortaya çıkacak oyunun emek ve zaman harcıyla ve dahi sanatsal niteliği eskitmeyecek incelikte bir hüviyete sahip olması gerektiğini savunuyordu. Çünkü onun gayesi kazanmaktı. Palyaço ise; seyircilerin gülüp eğlenmesini arzuluyordu. Zira onun amacı da kazanmaktı. Tiyatro müdürü için ise oyunun seyirciler tarafından merakla izlenmesi yeterliydi. Nitekim onun hedefi de kazanmaktı. Konsensüs noktaları kazanmaktı evet. Fakat konsens oldukları şey yalnızca "kazanma" kelimesiydi. "Kazanma" kavramında müşterek olamazlardı asla. Nitekim Ozan, insanlara katmak suretiyle; saygınlıklarını kazanmayı istiyordu. Palyaço ise insanlardan ilgi kazanmayı istiyordu. Tiyatro müdürü ise yalnızca "kazanmayı" istiyordu. Goethe bu üç isme de kazandırmak istiyordu adeta. Yine de pastanın büyük dilimini ozanımıza ikram ediyordu. İtiraf etmeliyim ki; hiçbir düşsel kaygıya ilgisi olmayan, yalnızca edebi estetik arayan ve hayatı lirik yaşan o sevecen ve her türlü hürmeti hak eden kitap sever dostlarımız, bu eseri bir yudumda bitirecektir ve "Bugün de doyduk Elhamdülillah" deyip, rafa kaldıracaktır. Üstelik kitabın içindeki sayısız bağlam çelmesine takılmadan yapacaktır bunu. İşte bu her yazara nasip olmayan bir istidattır. Velhasıl demem o ki; yalnızca edebi statüsüne istinaden bile okumaya değer bir eserle muhatabız. Faust kitabının edebi yönünü tartışmak belki de abesle iştigaldir. Zira kaç kitap tanıyoruz; akışındaki serüven ile okuyucuyu ziyadesiyle doyurup, kendi finalini önemsiz kılabilen? Kitabı doyurucu yapan yalnızca senaryosu değil, şiirsel disiplini. O dehşete sürükleyen betimlemeler ve çıldırtıcı teşbihler... Şair misin be adam?(!) Çünkü şairsin. Mistik Bağlamda: Goethe'nin gurbette geçen öğrencilik yılları esnasında; 19 yaşındayken hastalanıp, eve döndüğünü ve evinde 2 yıla yakın bir zaman geçirdiğini, en önemlisi de bu süre zarfınca simya ve astronomiyle ilgilendiğini biliyoruz. Astronomiden ziyade “simya”ya özel bir parantez açmamız gerekmektedir. Zira pek mevzu bahis olmasa da bu çarpıcı bir detaydır. Nitekim simya yasaklı bir ilimdir. Simya'nın bünyesinde bulunan Hermetizm ve Ezoterizm ile uğraş mıdır? Allahualem. Gerçi Ezoteristlerin Tanrı'yla bir problemi yoktur. Hatta saygı duyarlar. Fakat kitabın içinde geçen pentagram ve bazı mistik olaylar, bende birkaç soru işareti oluşturmadı değil. Aytunç Altındal'ın
Bir Türk Casusunun Mektupları
Bir Türk Casusunun Mektupları
kitabında yer alan belgeler doğrulsunda, Newton ve Spinoza başta olmak üzre, Avrupa'daki birçok ismin Simya'nın bu karanlık yüzüyle uğraştığını, hatta Spinoza'nın şifrelenmiş bir pentagram yüzüğünün olduğu iddia edilmiştir. Merak edenler kitabı temin edip; mezkur meseleye dair belgelere ulaşabilir. Son tahlilde şunu diyebilirim ki; bu eserde simya dokusu çok şiddetli şekilde işlenmiştir. Teolojik Bağlamda: Eminim, Tanrı ve Mefisto (Mefistofeles)'in Faust gıyabında konuştukları o kısmı okurken, birçok kişinin aklına İblisin huzurdan kovuluşu ve Hz. Adem'in yaratılışı gelmiştir. Kahramanımız zaman zaman Mefisto'ya öfkelenip; Yüce Ruh'a yakarsa da bütüncül bağlamda Tanrı mefhumunu yalnızca kitabın başındaki bu diyalogda görüyoruz. Margarete'nin dahil oluşuyla beraber, senaryonun mizacı iyiden iyiye İtalyan Hümanizması'na doğru evriliyor. Faust için cennet ve cehennem, Margarete'nin varlığı ve yokluğu oluyor. Felsefik Bağlamda: "Başlangıçta Eylem vardı." Bu Goethe'nin açmış olduğu sancağın ta kendisi. Nitekim kahramanımız, entelektüel birikimi ve toplum nezdinde saygınlığı olan bir doktor olarak sunuluyor başlangıçta. Birçok entelektüel gibi kışkırtıcı yalnızlığa ve varoluşunda aydınlatamadığı o sefil muğlaklığa yenik düşüyor. Öyle ki bir intiharın eşiğinden dönüyor. Aristo, mutluluğun hissedilebilir bir durumdan ziyade bir hayat tarzı olduğuna inanıyordu. Hayat ise yaşamaktı. Yaşamak, başlı başına bir eylem. Nitekim Mefisto ona "yaşamayı öğreteceğini" vaat ediyordu. Toplum nezdinde eriştiği saygınlığın oluşturduğu bir kimlik vardı ortada. Fakat Faust, bu kimliği aşağılamaktan çekinmiyordu. Faust bunda haksız mıydı peki? Hepimizin birer kimliği var. Bu kimliğe erişmek ve topluma sunmakla vazifeliyiz. Eriştiğimizde ise bu vazife, yerini ödeve bırakıyor. "Kimliği koruma ve muhafaza etme ödevi." Cebinde ciddiyet kimliği taşıyan bir bireyi, lunaparkta atlıkarıncaya binmiş bir vaziyette tahayyül etmekte güçlük çekeriz. Bu güldürür bizleri. Aynı nispette, ciddiyet kimliğine sahip olan birey, atlıkarıncaya binme arzusunu bastırmak zorundadır. Zira bu güldürecektir bizleri. Tek çare, bastırmak. Yok etmek değil, bastırmak. Bastırılan duygular ve istençler, beklenmedik bir anda infılak etmeye mecburdur. Tıpkı bir gayzer gibi. İnsan ne kadar analitik olursa olsun, bunu çözümleyemeyecektir. Mefisto, böylesi bir zamanda çıkıyor Faust'un karşısına. İntihardan dönen biri için zor olmuyor ruhunu iblise satmak. İşte bu eylemle başlıyor sona giden başlangıç. Faust “Varolduğum sürece kul kalacağım, ister senin, ister başkasının.” demişti. Hayatının yitik heyulasını mı kast ediyordu, yoksa insanın tapınma güdüsüne mi işaret ediyordu? Evet, insan sığınmalıydı. Bir sığınağı olmalıydı insanın. Sığınağı, yani sundurmasında yakarabileceği bir tapınağı. Öbür dünya umrunda değildi Faust'un. Zira içinde büyüyen anafor, yutmuştu manevi kaygılarını. Artık hesaplaşmalıydı bu dünya ile. Belki de bu hesap defteriydi, ruhunu şeytana satmasındaki birincil saik. Mefisto ve Faust sürekli kavga halindeydi. Fakat ikisi eylemde bir bütün. Zira sürekli Faust'un isteklerine hitap ediyordu Mefisto. Arzuların insanı nasıl köleleştirdiğini ve doğru ile yanlış arasındaki çizgiyi tek hamlede nasıl silebildiğine şahit oluyoruz. Nefret, öfke, ihtiras ve haz! Bir köpek kılığında gelmişti Mefisto Faust'un karşısına. Fakat işler artık tam tersine dönmüştü. Faust'un boynunda bir tasma vardı artık. Mefisto “vur” diyor ve Faust vuruyor. “İç” diyor... Faust içiyor. Halbuki Mefisto başlangıçta; Faust'un emrine ameda olacağını ve onun hizmetkarı olacağını söylemişti. İnsan hazza iradesiyle yürür. İlk adım bir iradenin neticesidir. O ana kadar tüm kontrol bireyin hükmü altınadır. Fakat sonra bilgi ve sezgi yitip gider. Artık hazzın ve ihtirasın amansız fırtınasıyla savrulur. Dahil olduğu hazzın hezayanıyla çürürken, “telafi” kavramına “telafisi olmayan” hatalar silsilesini ekler. Yıpratıcı hazzı, bir başka haz ile bertaraf etmeye çalışır. Bu bir bataklık çırpınışıdır. Ortada vaat edilen bir mutluluk vardı. Kahramanımızın mutluluğu ise Margarete ile geçirdiği birkaç geceden ibaret olacaktı. Faust, Margarete'yi terk etmek zorunda kalmıştı. Fakat geri dönmek için her şeyi göze almıştı da. Mefisto onu bu aşktan vazgeçirmek istiyordu. Öyle ki bir çöpçatan gibi davranıp, ona tanrıçalar ve güzel cadılar sunuyordu. Fakat Faust'un Mefisto'ya olan aşkı, vicdanıyla bütünleşmişti. Aşk, izole edilebilen bir duygu değildir asla. Ya nefret vardır yanında yahut merhamet. Ya sadakat vardır kolunda, yahut ihanet. Ruhunu şeytana satmış biri, nasıl bu kadar sadakat yüklü olabiliyordu? Goethe, kitabın finaline yaklaşırken bize sunduğu "Perde arası" bölümde; birçok felsefik anlayışı alaya alıyor ve en şedit ithamını Septisizm'e yapıyordu. Bunca sayfadan bize kalan neydi acaba? Şuursuz bir eyleme geçip, hayata dahil olmanın ıstırap dolu ve haz yüklü serüvenine koşmamız gerektği mi? Yoksa korumak zorunda olduğumuz kimliğimize bir ömür sadık olmak mı? Biliyorum ki kimse Faust'un yerinde olmayı istemeyecektir. İkincisini ise aklımız reddedecektir. Yaşam bir eylemdir. Aslolan bu eylemin ilk adımı. Sağdan mı gitmeli, soldan mı? Öz Çıkarım Bağlamında: Birçok duyguyu yaşadım bu kitabı okurken. Aklın dehşet sahası sürekli yineledi kendini. Kitabı kapattığımda ise içimdeki o çılgın hissi bertaraf etmeye çalıştım. Bu kitabı aklımın kılcallarından söküp, bir kenara atmalıydım. Zira devam eden bir yaşam vardı ortada. Disipline edilmiş ve titiz bir program duruyordu karşımda. Böyesi keşmekeş bir halet-i ruhiye ile, bunca şeyin sıhhatini muhafaza edemezdim. İnsan hayranlık duyarken yaşar bu hissi. Evet, büyük bir hayranlık peyda olmuştu içimde. Tasavvufi nüanslar sürekli yokluyordu beni. Bu durum, Faust'un eşyalarla konuşmasıyla başlamıştı. “Eşyanın hakikati”ni düşündüm dakikalarca. Sonrasında ise Mefisto'nun bir köpek olarak gelişi. Fakat bir sokak köpeği olarak değil, bir fino olarak gelişi. İşte bu nefsin “emmare” haline işaret ediyordu. Zira tasavvuf öğretisi mucibince, nefsin emmaredeki hali; bir köpektir. Mefisto yaşamayı öğreteceğini vaat ediyordu Faust'a. Bu işe bir meyhane yolculuğu ile başlıyordu. Yani ilk önce Faust'un şuurunu alacaktı elinden. Bu esnada aklıma şu kıssa gelmişti; “Zamanın behrinde, bir Allah dostunu hapse atıp, ona üç günahtan birini işlemesi gerektiğini ve bunlardan birini seçme hürriyeti olduğunu, kabul etmediği taktirde tüm müridlerinin kılıçtan geçirileceğini söylemişlerdi. Bu hal üzre, zindana attılar Allah dostunu. Zindanda üç günah duruyordu. Birincisi bir kadın, ikincisi şarap ve üçüncüsü bebek. Ya o kadınla zina yapması gerekiyordu, ya şarabı içmesi gerekiyordu ya da bebeği öldürmesi gerekiyordu. Allah dostu, bunlar arasındaki en hafif günahın şarabı içmek olduğuna kanaat getirmişti ve öylede yapmıştı. Fakat şarabın tesiriyle şuurunu yitiren arif zaat, önce kadına tecavüz edip ardından bebeği öldürmüştü.” Sonrasında sunulan gençlik iksiri, aşk, cinayet, kaçış ve aşk uğruna geri dönüş.. Hepsi Mefisto'nun kusursuz oyunlarıydı. Her şey meyhanede başlamıştı. Aşka giden yolculuğa kadar ki yaşananlar güzeldi Faust için. Fakat ikinci bir meyhane yolculuğu, hem Faust'un hem de sevdiği kadının tüm dünyasını mahvetmişti. Nitekim orada bir cinayet işlemişti ve kaçmak zorunda kalmıştı. Öldürdüğü insan ise sıradan bir kimse değildi. Birçok kişi kitabın finalini beğenmemiş olsa da benim en büyük hayranlık duyduğum sahneydi final sahnesi. Nitekim Faust'un ve sevdiği kadının başına gelen her şey Mefisto yüzündendi. Faust bunun farkındaydı da. Finalde sevdiği kadının elini bırakıp, Mefisto'nun elini tutmuştu. Dertli okumalar!
Faust
FaustJohann Wolfgang Von Goethe · Elips Kitapları · 201213,5bin okunma
·
232 görüntüleme
simerenya okurunun profil resmi
Çok kaliteli bir inceleme olmuş hocam tebrikler 👌
Oğuzhan Âsım Güneş okurunun profil resmi
İstifade temennisi ile.. sağ olunuz.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.