Demokrasi yolunda işkence taşlarıŞilili yazar Ariel Durfman tarafından yazılmış çağdaş bir tragedya! 1990 yılında 17 yıllık sürgün döneminden sonra ülkesine gelen demokrasi sonucu ülkesine dönen Durfman, bir sanatçı olarak ülkesinin içinde bulunduğu duruma kayıtsız kalmayıp yazdığı bu oyunla geçmişteki acıların gelecekte yeniden yaşanmaması için elinden geleni yapmış. Kendi ifadesiyle amacını şöyle belirtmektedir: “Kırılgan bir demokrasi, ardındaki acılar, kederler ve umutlar tüm kamuya açıklandığı vakit güçlenir. Kendi kendimize açtığımız yaraları gizlemekle, bu acıların yinelenmesini önleyemeyiz.”
Demokratikleşme sürecinde bir ülke... (Adı belirtilmese de Şili olduğunu anlıyoruz oyunun nihayetinde.) Bu ülkede demokrasi öncesinde işkencelerden geçmiş binlerce insan sessizce yaşadıklarını içine atmış ve beklemekte. Demokrasinin onların bu yaşadıklarının bedelini işkencecilere ödeteceklerini beklemekteler. Yeni Cumhurbaşkanı ise barış ve demokrasinin yerleşmesi için eski yapının işkencecilerini koruyan ve hala ekonomi, silahlı kuvvetler ile diğer bazı önemli konumlarda her an yeni sistemi devirmek için fırsat kollayan yapıdan çekinerek bir çözüm yolu aramakta. Sonuç? Bir komisyon kurulması! Öyle bir komisyon ki suçluları bulacak ama halka duyurmayacak. İşkence görenlerin yaralarını saracak ama yaralayanlara dokunmayacak. Ne acı değil mi? Ve tanıdık insanoğlunun dünyadaki pek çok hemcinsine!
Bazı sorular takılıyor insanın aklına kitabı okurken. Örneğin; işkenceciler her zaman şiddet yanlısı insanlar olarak mı var olagelmişlerdir yoksa işkence imkanı sunulan normal ve hatta erdemli insanlar zamanla birer işkence uzmanı olabilirler mi? Bu kitapta geçen oyunda işkenceci doktor Roberto Miranda misali... İlk amaçlı işkence gören insanlara bir doktor olarak yardım etmek ve onların öldürülmesine engel olmak olan bu doktor zamanla erdeminin yerini tutku ve coşkuyla işkenceye bırakmıştır. Neden? İnsan doğası gereği kötüye mi yatkındır? İnsan gücü eline geçirince ve karşısında zayıf olanı görünce cezalandırılmayacağı bilinciyle en kötü hayallerini acımasızca gerçekleştirmek mi ister? Hem de Schubert’in “Ölüm ve Kız” eserini dinleyerek ruhunu inceltmiş bir sanatsever olsa bile... İşkenceye uğramış kahramanımız Paulina’nın şu ifadesi çarpıcıdır: “Öbürleri kabaydı, adiydi- ama o Schubert çalardı, bilimden söz ederdi, hatta bir defasında Nietzche'den söz etmişti.” Bu yüzdendir ki eğitim öğretimden çok daha değerli ve elzemdir. Aksi takdirde canavarlar yetişir hem de en iyi donanımlısından!
Ülkenin iyiliği uğruna bireyin iyiliği göz ardı edilmeli midir? Yazarın sorguladığı sorulardan biri de budur oyundaki. Geçmiş yaralar sarılmadan gelecek sağlam bir şekilde yükselebilir mi istendik biçimde? Hafızayı yok sayarak vicdanları rahatlatmadan devam edebilir mi bir yeni yönetim? İşkence yapanlar ile işkence görenler nasıl bir arada yaşayabilir? Aynı müzikleri dinlerken geçmişin travmalarını yeniden yaşamazlar mı? Hem siyasal hem de duygusal bir tartışma konusu olarak okur olarak bizi rahatsız eder bu durum. Toplumsal denge uğruna gerçek acılar dilsizleştirilmek zorunda mı kalmalı? Demokrasinin temelinde ulusal birlik ve denge söz konusuyken hem de! Düşündürür de düşündürür...
Oyunun sonunda doktorun ölüp ölmediğini de bilemeyiz, gerçekten suçlu olup olmadığını da... İşkenceye uğrayan ve ailesinin bile dışladığı kadın Paulina’nın kendisine işkence yaptığını düşündüğü ve bize kanıtlar da sunduğu bu doktorun sonunun ne olduğunu bilmesek de cezalandırılmış olma ihtimali içimize su serper. Oysaki gerçek bir demokrasi ve insan hakları savunucusu insanın cezasının işkence gören tarafından verilmesini kabul etmez. Kimse işkence görmeyi hak etmez, evet, ama teori ve pratik uyuşmayabiliyor demek ki insan ruhunda zaman zaman.
Paulina’nın eşi Gerardo ki Komisyon Başkanı olarak atanmıştır Cumhurbaşkanı tarafından, karısına tecavüz ve işkence yapan doktorun hayatını kurtarmak için uğraşıp durmuştur oyun boyunca. İdealler duygulara ağır basabilir mi gerçek hayatta? Rasyonalist bakış açısı ile şaşırtıyor insanı.
Nihayetinde 15 yıl önce işkenceye uğramış Paulina’nın şu ifadesi hem ülkenin hem de bireyin geçmişle yüzleşip travmasını sağaltma gereğinin altını etkileyici biçimde çizmektedir: “Bağışlamak, evet; unutmak, hayır. Ama bağışlamak, yeniden yaşama başlamak için bağışlamak.”
Dünyada Paulina’lar, Gerardo’lar ve Roberto’lar yüzyıllardır var. Olmaya da devam edecekler insan bilinçlenip bu acıları yok etmeye çalışmadıkça. Herkesin empatik olarak okuyup düşünsel evrenine dahil edebileceği etkileyici bir eser olarak anacağı bir eser olduğunu düşünüyorum. Keyifli okumalar.
Not: 1994 yapımı, Roman Polanski yönetmenliğinde çekilmiş filmi de var bu kitabın. “Death and the Maiden” olarak geçmekte. Okuduktan sonra izlemek isteyenlere duyurulur.