Yazarın otobiyografik üçlemesinin son kitabı olan Benim Üniversitelerim, romanında hayat artık kırsal yaşamda değil; izbe, yıkık dökük kent hayatına bırakıyor. Yazar yer yer kendi yorumlarıyla birlikte bu serüvende aslında bize yaşam öyküsünü bir film gibi aktarıyor. Yaşanan her şey gözünüzde canlanıyor; gerçekçi, yakın ve özgün bir dile sahip olan yazar, okuyucusunu da romanın içine katarak bambaşka bir okuma keyfi sunuyor.
Üniversite okuma hayali ile geldiği Kazan'da aslında sonradan fark ediyor ki ( tabi okula gidemiyor) onun üniversiteleri, ona kendi hayatlarının acımasız gerçekliğini öğreten gerçek insanlardır. Toplum dışına itilmiş yersiz yurtsuz aylaklar ve serserilerdir. Açlığı, zulmü ve baskıyı; devlet ve kilise ilişkilerini sorgulayan devrimciler ve kürek mahkumları gibi sürekli çalışan, hayatlarını aklın rehberliğinde yaşamak isteyenlere düşman olan mujikler...
Yazar yaşadığı, karşılaştığı her olayı; gittiği yerleri, tanıştığı kişilerden aldığı düşünceleri bilgileri ( kendi muhakemesinden geçirerek) bir üniversite eğitimi olarak görmüş ve özümsemiştir.
Kitabı okuduktan sonra adı daha bir anlamlı ve okuyucuda hem hayranlık hem de burukluk bıraktığını düşünüyorum. Maksim Gorki aynı zamanda yasam öyküsünü anlatırken çok daha içinden ve sarsıcı bir şekilde o dönemin Rusya'sının siyasi ve politik olaylarını da aktarıyor. Bu anlamda da oldukça verimli ve doyurucu bir okuma olduğunu düşünüyorum.
Kitabı okudukça tok artık bu kadarıda yaşanmış, başına gelmiş olamaz" dedirtecek şekilde okuyucunun yüreğini burkan, üzen, sinirlendiren şeyler geliyor, yazarın başına. Yaşam öyküsünü bitirdikten sonra yazarın kendisine Rusça'da "acı" anlamına gelen "Gorki" adını neden seçtiğini çok daha iyi anlayabiliyorsunuz. Bütün bu yaşadıklarına rağmen kitaplara olan sevgisi beni kendine hayran bırakmakla birlikte aklımda da kalbimde de cok farklı bir iz bıraktı.
Mutlaka okunması gereken modern klasiklerden biri olduğunu düşündüğüm bu otobiyografik üçlemeyi, herkese tavsiye ederim.