Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Türk Barışseverler Cemiyeti ABD'nin atom bombası teknolojisini Hiroşima ve Nagazaki' de kullanması, asıl olarak savaş sonrası kurulacak düzene dairdi ve esas mesaj Sovyetler Birliği'ne verilmekteydi. Savaş sonrası, uluslararası komünist hareket, SSCB'nin öncülüğünde "Stockholm Barış Çağrısı" adıyla bir barış mücadelesi örgütlemeye girişmişti. TKP de bu doğrultuda inisiyatif almış ve sadece sekiz sayı çıkabilecek olan Barış adlı dergi 15 Nisan 1950'de yayın hayatına başlamıştı. Derginin yayın politikası antiemperyalizm üzerine kuruludur. Dergi, Marshall Planı'nın ve Truman Doktrini'nin ABD emperyalizminin "zayıf memleketlerin boğazına borç halkası" takarak "bu memleketlerin idarelerini eline alma" politikasının ürünü olduğunu söyler. Dergide "kendi kendini idare edemeyecek milletlerin idaresini hamilerine bırakan" Birleşmiş Milletler Anlaşması'nın 73, maddesine de karşı çıkılır ve bunun sömürgeciliği meşrulaştırdığı yönünde yazılar çıkar. Avrupa Birliği'nin temeli olan Avrupa Kömür Çelik Birliği Anlaşması planı için de "Alman kartel ve tröstlerinin hakimiyeti altında Avrupa sanayinin harp için seferber edilmesi ve Avrupa'nın Amerika için tek bir pazar olması" ifadesi kullanılır, Türkiye ile ilgili değerlendirmelerde ise esas vurgu bağımsızlıkçı ve barış yanlısı bir dış politika yönündedir ve SSCB ile kardeşçe ilişkiler yürütülmesi gerektiğine dair dergide çok sayıda yazı yayımlanmıştır. (Kahya, 2017: 250) Barış dergisinin yayına geçmesinin hemen ardından 14 Temmuz 1950'de avukat Vahdettin Barut, yüksek mimar Nevzat Kemal Özmeriç, Behice Boran, Adnan Cemgil, içmimar Reşat Sevinçsoy, avukat Osman Fuat Toprakoğlu, ev kadını Muvaffak Güran, yüksek mimar Affan Kırımlı ve heykeltıraş Turgut Pura tarafından "Türk Barışseverler Cemiyeti" (TBC) kurulur. Derneğin amaç maddesinde, "sıcak savaşın bir olasılık haline geldiği, Türkiye' de de savaş kışkırtıcılığının sürmekte olduğu, bu nedenle kamuoyunu atom silahlarının ve bir nükleer savaşın tehlikesine karşı uyarmanın ve barışı savunmanın bir yurtseverlik görevi olarak ortaya çıktığı" belirtilir. Türk Barışseverler Cemiyeti'nin gayesi; Türk halkının ... barış ihtiyacına tercüman olarak şerefli ve sağlam bir barışın kurulması için kanunların çerçevesi içinde gerekli faaliyet ve neşriyatta bulunmak ve bütün demokratik davalarda olduğu gibi, en hayati ehemmiyeti olan barış davasında da halkımızın iradesini belirtecek her türlü kanuni teşebbüslere girişmektir. (Atılgan, 2009: 154) Behice Boran, bu cemiyeti neden kurduklarını şöyle anlatmaktadır: . . . Sıcak savaş soğuk savaşa dönüşmüş ama yeni bir sıcak savaşa dönüşmesi tehlikesi de belirmişti. . . . 1950'ye doğru Sovyetler Birliği'nin de atom bombası geliştirdiği haberinin ABD kaynaklarınca dünyaya açıklanmasından sonra . . . savaş kışkırtıcılığı daha da yoğunlaştı. Türkiye'de de aynı kışkırtıcılık sürdürülüyordu. Basında açıkça "Ne duruluyor? Hazır üstünlük Amerika' da iken vakit geçirilmeden Sovyetler'e atom bombası yağdırılmalı, komünizm ezilmeli" yollu yazılar çıkıyordu. Atom bombalarının kullanılacağı yeni bir savaşta Türkiye'nin encamı ne olur, hiç düşünülmüyordu bu çevrelerce. Dünyada ise birkaç yıldan beri sürdürülen barış hareketi 1950' de birden hızlanmış ve yayılmıştı. . . . Dış dünyaya sıkıca kapalı tutulmak istenen Türkiye'de ise halkoyu kızıştırılan savaş karanlığına hapsedilmek isteniyordu . . . ...Türkiye' de de kamuoyunu, halk kitlelerini atom silahlarının ve atom savaşının tehlikesi konusunda aydınlatmak, uyarmak ve barışın savunulması yolunda demokratik, kitlesel mücadeleye sokmak bir yurtseverlik görevi olarak ortaya çıkıyordu. Bu görevi elimizden geldiğince yerine getirmek için Türk Barışseverler Cemiyeti'ni 14 Temmuz 1950'de kurduk. (Atılgan, 2009: 1 53) Derneğin kurulmasından 11 gün sonra, 25 Temmuz 1950'de DP iktidarı Kore'ye asker gönderme kararı alır. Bunun üzerine Türk Barışseverler Cemiyeti, 27 Temmuz günü TBMM'ye, alınan kararın Meclis'e getirilmediğini ve anayasanın ihlal edildiğini söyleyen bir telgraf çeker. 28 Temmuz'da ise savaş karşıtı yaklaşık 30 bin bildiriyi İstanbul' da dağıtır. Cemiyetin TBMM'ye çektiği telgrafta üç noktaya vurgu yapılmıştır. Birincisi, hükümet Kore'ye asker gönderme kararını ABD Senatörü Caine'le yapılan görüşmeler neticesinde, yani ABD'yle bir pazarlık neticesinde almıştır. İkincisi, alınan kararın BM'ye yönelik taahhütlerle ilgisi yoktur, çünkü BM Anayasası'na göre üye ülkelerin herhangi bir anlaşmazlığa silahla müdahale edebilmeleri için bazı özel anlaşmalara ihtiyaç vardır ama Türkiye ile BM arasında böyle bir anlaşma yapılmamıştır. Ve üçüncüsü Kore'ye asker göndermek bir savaş ilanı anlamına gelmektedir ve hükümet konuyu anayasaya göre savaş kararı almaya yetkili olan TBMM'ye getirmemiştir. Tüm bu nedenlerle TBMM toplanmalı ve anayasaya aykırı olan bu kararı iptal etmelidir. (Atılgan, 2009: 154-155) TBMM'ye çekilen telgrafın ardından sıra savaş karşıtı bildirilerin dağıtımına gelir. Beyoğlu'nda Adnan Cemgil, Samatya' da Nevzat Kemal Özmeriç, Eyüp ve Fener' de Reşat Sevinçsoy, Beşiktaş ve Ortaköy'de Naci Ormanlar, Eminönü'nde ise Behice Boran bildiriyi halka ulaştırırlar. Bildiriyi dağıtanlar aynı gece tutuklanırlar, dernek ise hemen kapatılır. Haklarında Türk Ceza Kanunu'nun 161. maddesinden dava açılır ve "milli menfaatlere zarar verici faaliyette bulunmak"tan askeri mahkemede yargılanırlar. Üyelerinin üçte ikisi hukukçu olmayan askerlerden oluşan mahkeme, Türk Barışseverler Cemiyeti üyelerine 15'er ay hapis ve 5 ay zorunlu ikamet cezası verir, Dağıtılan bildiri aynı akşam radyoda "ibret olsun" diye okunur, Menderes bir basın toplantısı yaparak "kamuoyunu tahrike yönelik" dediği bildiriyi kınar ve komünizmle mücadelede daha sıkı tedbirlere başvurulacağını belirtir. Menderes konuşmasında şöyle demektedir: Bu cemiyetin milletlerarası bir kökü olduğunu bilmekteyiz. Bu barışseverlerin sevdikleri barışın mahiyeti hakkında da malumatımız tamdır. Komünist tecavüzlerini Kore' de karşılamağa giderken içimizde aynı mahiyetteki tahrikatın manasını Türk umumu efkarı anlamakta ve hükmünü vermekte elbette yanılmayacaktır. Hükümet programında komünistlikle müessir bir mücadeleye geçeceğimiz ifade olmuştu. Biz hiçbir kimse ve hiçbir teşekkül için hürriyeti yok etme hürriyetini kabul etmiyoruz. Bu sebepledir ki, hürriyeti yok etme maksadiyle memleketimizde parti kurulamaz. Kanunlarımız buna amirdir. .. , Bizim idaremizde bu gibi haller asla görülmiyecektir. Hükümet ve parti tam manasiyle kararlıdır, Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü, Türk Barışseverler Cemiyeti'nin bildirisinin "tamamen komünizm propagandası ve komünist matbuatın lisanı" olduğunu söyledikten sonra, derneğin başındaki ismi, Behice Boran'ı işaret ederek şöyle der: Cemiyetin başkanı Behice Boran'dır. Bu bayan Ankara Tarih ve Dil Fakültesi'nde talebeye solcu fikirler aşılamak suçundan dolayı muhakeme edilen doçent olduğuna göre, bu cemiyeti ne gibi bir maksatla kurduğu meydandadır. Birkaç gün evvel birkaç kişi tarafından kurulmuş olan cemiyetin bütün barışçı Türk halkının Kore meselesindeki en samimi hissine tercüman olduğuna inanmak mümkün müdür? Hepimiz adına, bütün bir millet namına konuşmak selahiyetini kimden almışlar? Behice Boranın kurduğu cemiyetin istediği barışın komünist barışı olduğunu anlamak güç değildir; hani şu Kore'de ani bir baskınla harp etmeye ve kan dökmeye başlayan kızılların barışı. (Sipahi, 2007: 66) Basında ise Cemiyet'e yönelik bir saldırı dalgası başlar. 28 Temmuz tarihli Vatan' da cemiyet için "sahte sulh cephesi" denilir. Cemiyet' in amacı "kızıl emperyalizm için Türkiye' de köprübaşı kurmaya çalışmak"tır. 29 Temmuz tarihli Zafer gazetesindeki haberin başlığı "Kökü Dışarıda Bir Cemiyetin Tahriki"dir ve haberde, "Kökü Moskova'da olup, İstanbul' da halkı kışkırtıcı bazı beyannameler dağıtan bir cemiyetin mesulleri mahkemeye verildi," denilmektedir. Aynı tarihli Cumhuriyet'in haberinin başlığı ise yine benzerdir ve "Moskova Ağzı ile Konuşan Cemiyet" şeklindedir. 30 Temmuz tarihli Cumhuriyet'te yayımlanan "Beşinci Kol Propaganda Yapıyor" adlı yazıda Cemiyet üyelerinden "kızıl Çarlığın emrinde çalışan bu beşinci kol" diye söz edilir ve Sovyetler Birliği adına casusluk faaliyetinde bulundukları söylenir. 3 Ağustos 1950 tarihli Zafer'de ise Cemiyet üyelerinin yargılanmak için İstanbul'dan Ankara'ya getirilişleri "Milli Birliğimize Sabotaj Teşebbüsü" başlığıyla verilir. Ağustos tarihli Milliyet gazetesinde Ali Naci Karacan'ın yazdığı şu satırlar, "zamanın ruhu"nun özeti gibidir: Esasen vakanın halk tarafını üzen tarafı da, kızıl ajanların Türkiye hakkındaki fikirlerinin doğruluğunda veya yanlışlığında değil, fakat bunların memleket davaları üzerinde her hangi bir söz söylemek, hatta ağız açabilmek cür'etini bulabilmelerindedir. Herhangi bir harp vaziyetinde beşinci kol rolü oynamağa memur bir düşman kolunun Türkiye hudutları içinde bu kabil tahriklere ve bozgunculuklara kalkabilmesine ne aklen ne hukuken cevaz yoktur. (Sipahi 2007: 67) 14 Aralık 1950'de Milliyetçiler Federasyonu'nun düzenlediği "Mehmetçik" adlı etkinlikte konuşan Arif Nihat Asya, Cemiyet üyeleri için istenen cezaları beğenmeyerek, Kore'de yaşamını yitiren askerlerin isimlerini okuduktan sonra, "Adını en son okuduğum Mehmet Parmaksız'ın kızıl gırtlaklara nasıl sarıldığını düşündüm de, yerli kızılların nazik boyunları önünde parmaklarım seyirdi; parmaklarımı zor tuttum," demiştir. TBMM' de yaptığı konuşmada ise, "Kore' de komünistlere ölüm, memlekette komünistlere hapis . . . ne ala memleket. Başka yerlerde takibe uğrayan komünistler canlarını kurtarmak için Türkiye'ye iltica etsinler,'' diyecektir. (Atılgan, 2009b: 161) Velhasıl, gerek siyasette gerek basında Kore Savaşı'na katılım ve antikomünizm konusunda tam bir "milli mutabakat" söz konusudur. Bu mutabakat, 1950'li yılların tamamına damgasını vuracaktır.
48 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.