Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Thornburg raporu, Barker raporu ve bağımlılığın süreklileşmesi ABD'nin Türkiye'ye girişi, sadece yapılan askeri anlaşmalarla ve bu anlaşmalardan kaynaklı yardımlarla ya da üs inşalarıyla olmamış, ABD Türkiye'yi İkinci Dünya Savaşı sonrası öngördüğü uluslararası iktisadi düzene ve o düzenden kaynaklı uluslararası işbölümüne de dahil etmiştir. Bu, Türkiye'nin devletçilik esası üzerine kurulmuş ve planlı bir ekonomiye dayalı sanayileşme modelinden vazgeçerek, hammadde ihracatçısı bir tarım ülkesi olması ve iktisat politikalarını ona göre belirlemesi anlamına gelmektedir. Tek parti iktidarının son yıllarında söz konusu işbölümüne uygun adımlar çekingen bir şekilde atılmaya başlanacak, Demokrat Parti döneminde ise bu politikalar ivme kazanacaktır. Yerasimos, askeri yardımlarla uluslararası işbölümünde Türkiye'ye biçilen rol arasındaki bağlantıyı şöyle anlatmaktadır: Çizilen program bellidir: muhtemel yeni bir silahlı çatışma durumunda, savaş yorgunluğunu henüz üzerinden atamamış Amerikan ordularının yerine, ateş hattında en ön sırada yer almaya itilen Türk ordusunun donatılması yükümlülüğünü, İkinci Dünya Savaşı'ndan elinde kalan malzemeyi bu işte kullanmak suretiyle, ABD üzerine alacaktır. Buna karşılık olarak Türkiye de, Avrupa'ya savaşta yıkıma uğrayan sanayiini daha kolay bir şekilde yeni baştan kurmak imkanını verecek olan hammaddeleri sağlamak amacıyla, çabalarını tarım ve madencilik sektörleri üzerinde yoğunlaştırmayı taahhüt etmektedir. (Yerasimos, 1977: 1351) Dolayısıyla şunu söylemek mümkündür: Türkiye'nin iç ve dış siyasetinin merkezine antikomünizmin yerleşmesiyle emperyalizme bağımlılığın derinleşmesi ve ABD kontrolüne girişi arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. "Hür dünya"ya kayıtsız şartsız biat, beraberinde sadece askeri değil, siyasi ve iktisadi bağımlılığı da getirmiştir. Taner Timur, Türkiye' de Çok Partili Hayata Geçiş adlı kitabında, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında ABD'li bürokratlar tarafından kaleme alınan bir metinden şu pasajı paylaşır: Deneyim, sonunda bize bütün ülkelerin serbest bir uluslararası ticaret ekonomisinde tam bir üye gibi eşit hak ve görevlerle yer alamayacağını gösterdi. Dünya politik ve ekonomik düzeninin kurulmasında her bölgenin oynadığı rol aynı değildir ve özgür dünyada ülkeler arasında mümkün ve temenni edilir ilişkiler geniş ölçüde bu ülkelerin gerek geçmişlerinin gerekse şimdiki ekonomik ve siyasal kurumlarının benzerliği ve geleceğe ait özlemlerinin ayniliğine dayanır, (Tirnur, 2003: 94) İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye siyasetinin merkezine antikomünizmin yerleşmesiyle emperyalist bağımlılık ilişkilerinin derinleşmesi ve Türkiye'nin uluslararası işbölümü içerisindeki yerinin değişimi arasındaki bağlantının doğrudan gözlemlenebileceği iki rapor mevcuttur. Bunlardan ilki, "Thornburg raporu", diğeri ise "Barker raporu" dur. M.W. Thornburg'un Türkiye: Bir İktisadi Değerlendirme adlı çalışması 1949 yılında yayımlanmış olsa da raporun yazımına 1947' de, yani Soğuk Savaş'ın ilk yıllarında başlanmıştır, Türkiye'nin iktisadi durumunu değerlendiren raporun önsözünde yer alan, "Coğrafi olarak Türkiye, komünist yayılmalara karşı anahtar bir mevkide yer almaktadır" cümlesi meselenin basit bir iktisadi durum analizi olmadığını açıkça göstermektedir. Raporu hazırlayan düşünce kuruluşu da zaten niyetini gizlememekte ve hazırlattıkları raporla ilgili olarak şöyle demektedir: "Gerek Amerikan hükümetinin gerekse Amerikan özel girişiminin daha etkili bir dış iktisat siyaseti yürütebilmeleri için gerekli entelektüel hammaddeyi sağlayacaktır." (Timur, 2003: 95) Rapor, günümüz okuruna fazlasıyla "tanıdık" gelecek birtakım değerlendirmelerde bulunur. Türkiye'nin geri kalmışlığının nedeni esas olarak ülkenin kapıkulu zihniyetli bürokratlar tarafından yönetilmesidir, Bu bürokratların izlediği politikalar özellikle köylülerin düzene yabancılaşmasıyla sonuçlanmıştır. Devletçilik politikaları özel sektörün gelişimini engellemiş ve rasyonel düşüncenin önüne geçmiştir. Sanayileşme alanında kazanılan başarılar ise takdir edilmekle birlikte yine özel sektörü dışarıda bıraktığı ve devlet merkezli bir perspektifle hayata geçirildiği için eleştirilir. (Tören, 2007: 179-180; Timur, 2003: 94-95) Barker raporu da benzer bir şekilde ABD'nin Türkiye'ye uluslararası iş bölümünde biçtiği role uygun şekilde hazırlanmıştır, Rapora göre Türkiye tarım alanında uzmanlaşmalı, ileri teknoloji gerektiren sektörlerden vazgeçmeli, ağır sanayileşme gibi bir perspektife sahip olmamalı, demiryolları yapımından vazgeçerek karayollarına odaklanmalı, devletçilikten vazgeçmeli ve kamusal varlıkları özel sektöre devretmelidir. Her iki raporun da vurguladığı uluslararası işbölümüne hammadde üreticisi bir ziraat ülkesi olarak dahil olma ve sanayileşmeden vazgeçme, 1946'dan itibaren Türkiye ekonomisinin ana belirleyeni olacak, 1950' de Demokrat Parti'nin iktidara gelişiyle birlikte derinleşecektir. İkinci Dünya Savaşı'ndan Soğuk Savaş'a ABD'yle askeri yakınlaşma Türkiye'nin ABD ile askeri yakınlaşmasının kökenleri, "tarafsız" kaldığı İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar götürülebilir. Öyle ki, NATO'ya üyelik sonrası kurulan ABD üslerinin teorik ve pratik temelleri ilk kez bu yıllarda atılmıştır denilebilir. Çünkü tam da bu yıllarda ABD Türkiye'yi Ortadoğu, Afrika ve Avrupa güzergahındaki askeri operasyonları ve istihbarat çalışmaları açısından önemli bir coğrafya olarak görmeye başlayacak ve Türkiye'den havaalanlarını kullanma talebinde bulunacaktır. ABD'nin ilk talebi 1943 yılında gelir. ABD, Ortadoğu Kara Kuvvetleri'nin merkezi karargahı Mısır' da bulunduğu için, Mısır' la Türkiye arasında karşılıklı seferler düzenlemek, bu olmuyorsa sivil nakliye uçakları için iniş izni elde etmek istemektedir. Ancak Türkiye, bu talebi kabul etmenin doğrudan savaşa girmek ve Almanya'nın Türkiye'ye saldırması anlamına geleceğinin farkındadır ve yanıtı olumsuz olur. Aynı yılın Kasım ayında ABD'li yetkililerle bir görüşme daha yapılır ve ABD tarafı, kurmayı planladıkları radar tesisleri ve havaalanları nedeniyle Almanya'nın Türkiye'ye saldırmayacağını söyleyerek talebini yineler. Ancak Alman Büyükelçisi Von Papen böyle bir girişimin Almanya açısından savaş sebebi sayılacağını Türkiye'ye daha önce bildirdiğinden Türkiye bu talebi bir kez daha reddeder. (Bölme, 2012: 150) Bunun üzerine ABD Türkiye'deki operasyonlarını "gizli" bir şekilde yürütmeye karar verir. Sonradan CIA adını alacak olan Amerikan Stratejik Hizmet Ofisi (OSS) 1943 yılında İstanbul' da bir istasyon kurar ve Balkanlar ile Mısır'daki ABD güçleri arasındaki iletişim ve istihbarat paylaşımı bu kanal aracılığıyla yapılmaya başlanır. 1943'ün sonlarında ise OSS ve Amerika Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Adana' da bir haberleşme istasyonu kurulması gerektiğine karar verir: ATC uçakları zaten Adana'ya ara sıra uçuyorlardı. Adana, Mihver uçaklarının menzili dışında bulunması ve Mısır'a yakın bir mesafede olması nedeniyle mükemmel bir mevkideydi. Adana' dan, ATC kolaylıkla uçuşlarını Ankara'ya, İstanbul'a ve muhtemelen Rusya'ya kadar genişletebilirdi. Burada kurulacak bir OSS istasyonu gerekli olan hava durumu ve istihbarat bilgisini ATC'ye sağlayabilecek ve aynı zamanda Kahire'nin yedeği olarak hizmet verecekti. {Bölme, 2012: 153) 1943'ün sonlarında ABD elçisinin Adana'daki yazlık evi, gizli bir OSS istasyonu haline getirildi ve istasyon Ocak 1944 itibarıyla gizlice faaliyete geçirildi. İstasyonda çalışacak personelin Adana'ya gitmesi için Mart ayında emir çıkarıldı ve üç istihbarat görevlisi burada konuşlandırıldı. İstasyon, Kahire' deki Amerikan güçlerine, hava bombardımanlarını kolaylaştırmak için hava durumu raporu gönderiyordu, günde bir kere de İstanbul' daki OSS istasyonu ile görüşüyordu. Gizli yürütülen bu faaliyet, 1944'te Almanya'nın yenileceğinin anlaşılmasıyla alenileşti. ABD büyükelçisi 25 Ağustos'ta ABD Savaş Bakanlığı'na gönderdiği notta, "Başbakan, OrtadoğuSovyetler Birliği hattında ATC uçaklarının Türk toprakları üzerinden geçmesi konusunda Hükümetin mutabakatını sağlayabileceği kanaatinde," diyordu. Gelişmelerin olumlu seyri üzerine ABD 3 Ekim' de Ankara' da bir haberleşme tesisi kurmak için Türkiye'ye resmi başvuruda bulundu ve tesis Aralık ayında faaliyete geçti. 23 Şubat 1945'te Türkiye'nin Almanya'ya resmen savaş ilan etmesiyle birlikte gizli faaliyet yürütülmesine gerek kalmadı ve Nisan 1945'te Adana' da da yasal bir telsiz istasyonu kuruldu. Tüm bunlardan sonra Adana'daki gizli üs 18 Haziran 1945'te kapatıldı
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.