Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Missouri Zırhlısı ve ABD'nin Türkiye'ye girişi 5 Nisan 1946'da İstanbul'a varan ABD savaş gemisi Missouri Zırhlısı'nın bu ziyaretinin resmi nedeni 11 Kasım 1944'te ölen Türkiye'nin ABD Büyükelçisi Münir Ertegün'ün naaşını Türkiye'ye getirmektL Ancak esas amaç Soğuk Savaş'a girilirken Sovyetler'e "Türkiye'nin yanındayız" mesajı vermekti ve ziyaret buna uygun bir çerçevede gerçekleşti. Missouri'nin Türkiye'ye geldiği gün ABD Başkanı Truman, Ordu Günü dolayısıyla yaptığı konuşmada şöyle diyordu: Gözlerimizi Yakın ve Orta Doğuya çevirdiğimiz zaman vahim meseleler arz eden bir bölge ile karşılaşıyoruz. Bu bölgede geniş tabii kaynaklar vardır, En işlek kara, hava ve deniz yolları buradan geçmektedir. Bu bakımdan büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır. Fakat bu bölgedeki milletlerin hiçbiri ne yalnız, ne de birlikte kendilerine yöneltilebilecek bir tecavüze karşı koyabilecek kadar kuvvetlidirler. (Küçük, 2003: 362) Truman'ın ne kastettiği açıktır: Ortadoğu stratejik önemi ve sahip olduğu doğal kaynaklar sebebiyle ABD'nin göz ardı edemeyeceği bir bölgedir ve buradaki ülkeler Sovyet etkisi altına girmemeli ya da sosyalistleşmemelidir. Ancak bu etkiye direnmeye tek başlarına ve hatta birlikte güçleri yetmeyeceği için, başka bir güce, yani ABD'ye ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla Missouri Türkiye'ye esas olarak büyükelçinin naaşını değil, bizzat ABD'yi getirmektedir. Aynı günlerde ABD ile Türkiye arasında, Truman Doktrini ve Marshall Planı'nın öngördüğü şekilde Ekonomik İşbirliği Anlaşması'nın imzalanması da şüphesiz ki bir tesadüf değildi. Hükumet bu ziyarete büyük önem vermiş, ABD'li misafirler için özenli bir program hazırlamış, bu programı da basınla paylaşmıştır. Amerikan askerleri için hazırlanan program şöyledir: Missouri, Çanakkele Boğazı dışında deniz birliklerimiz ve Yavuz tarafından karşılanacaktır. Cenaze törenle Dolmabahçe'ye çıkarılacak ve burada askeri bir tören yapılacaktır. Törene Amerikan askerleri de iştirak edecektir. 5 Nisan günü akşamı İstanbul basın mensupları gemiye davet olunacaklar, gemide Amerikan Basın Ataşeliği tarafından bir kokteyl parti verilecektir. Ziyareti memleketimizde büyük yankılar doğuran Missouri için PTT tarafından hatıra pulları hazırlanmıştır. İnhisarlar İdaresi de Missouri adıyla sigaralar hazırlatmıştır. Missouri İstanbul'da dört gün kalacak, dağıtılacak kartlarla günde iki saat halk bu dost gemiyi ziyaret edebilecektir. Misafirler şerefine balo ve ziyafetler verilecektir. Amerikalı subay ve erler bütün nakil vasıtalarında parasız seyahat edebileceklerdir. (Bozkurt, 2008: 39) ABD'li misafirleri iyi ağırlamak ve rahat ettirmek için belediye Karaköy' den Beşiktaş'a kadar olan kısımdaki evleri ve dükkanları boyamış, genelevler onarılmış, boyanmış, hayat kadınları muayene edilmiş, eğlence mekanlarının kapılarına "welcome" yazan pankartlar asılmıştır. Halka ABD askerlerine nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili uyarılarda bulunulmuş, devlet memurlarına eğitim verilmiştir: Dostlara incelik olsun diye Amerikan askerlerinden para almayacaklarını gazetelerle duyuruyorlardı. Köşe bucakta esnaf uyarılıyor, Amerikan askerlerinin para vermeye zorlanmaması, hesapların hükümet tarafından ödeneceği söyleniyordu. Polislere Amerikan askerlerine karşı "nazik davranma" dersleri veriliyordu. Derslerin amacı kısaydı. Polisler yalnızca her şeye evet demesini öğreneceklerdi. (Bozkurt, 2008: 52) O dönemin tanıklarından biri olan Altan Öymen, İstanbul esnafının sadece misafirperverlik duygularıyla hareket etmediğini, askerlerin turist ve dolayısıyla alışveriş yapacak kimseler olarak görüldüğünü anlatır: İstanbul'un o zamanki Abanoz Sokağı, İstanbul'a bu kadar büyük bir denizci topluluğunun gelişine ilk defa şahit olacaktı. Bunun heyecanı içindeydi. O topluluktan sokağı ziyaret edecekler olursa, onlara mahcup olmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. İstiklal Caddesi'ndeki dükkan sahipleri de Amerikalı denizcilerin satın alabileceklerini düşündükleri hatıra eşyasını stoklamaya çalışıyorlardı. Kısacası her çeşit esnaf şunun farkındaydı: Gelenler, Amerika'nın Türkiye'ye destek verişinin temsilcileri olarak konukseverliğimizi hak etmişlerdi ama, aynı zamanda "turist"tiler. Dolaştıkları yerlerde biraz para bırakacaklardı. (Öymen, 2012: 5 14) Missouri Zırhlısı'nın Türkiye'ye gelişinin büyük bir heyecan ve etki yarattığı açıktır. O günlerde "Missouri" adlı bir sigara çıkarılmış, şiirler yazılmış, Ankara' da "Missouri" isimli bir lokanta açılmış, başka bir lokanta, ismini "Washington" olarak değiştirmiş, Rus salatasına Amerikan salatası denilmeye başlanmıştır. (Öymen, 2012: 516) Dönemin siyasileri ve kalem erbabı da ziyaretten son derece memnundur. Başbakan Şükrü Saracoğlu hislerini, "Minnettarlığımı tebarüz ettirirken derin bir zevk içindeyim. Dünyanın en mükemmel çocuğu olan Amerika ve Amerikalılar, ellerinde insanlık, adalet, hürriyet, medeniyet bayrakları olduğu halde sağlam ve metin adımlarla yürümektedirler," cümleleriyle ifade etmiştir. Cumhurbaşkanı İnönü ise gazetecilere, "Amerikan donanmasına mensup gemiler bize ne kadar yakın bulunurlarsa o kadar iyi olur," demiştir. (Bozkurt, 2008: 43) Dönemin basınında yapılan değerlendirmelerde de ziyaretten duyulan memnuniyet ve olağanüstü bir Amerikan hayranlığı göze çarpmaktadır. Falih Rıfkı Atay'ın "Missouri" adlı yazısı bu memnuniyet ve hayranlığın en iyi örneklerinden biridir. Atay yazısında şöyle demektedir: . . . Amerika'nın ne istediğini biliyoruz; hür, eşit ve egemen milletlerin ortaklaşa güvenliğine dayanan harpsiz, saldırışsız, sadece ahlak ve kanun bağlaşma ve antlaşmalarının hüküm sürdüğü bir dünya! Böyle bir dünyada yaşamak isteyen herkes, Amerikan bayrağında kendi talih yıldızını da görür. (Bozkurt, 2008: 46) Cihat Baban ise ABD'yi "muasır medeniyet"in timsali ve Türkiye'nin örnek alması gereken ülke olarak gördüğünü şu sözlerle anlatmaktadır: "...Atatürk'ün Türk Milletine Onuncu Yıl Nutku ile göstermiş olduğu Türkiye'yi muasır medeniyetlerin fevkine çıkaracağız ideali, üstün medeniyeti ile muasır dünyayı temsil eden Birleşik Amerika'ya yakınlaşmanın onun sihirli elleri ile insanlık alemine getirmiş olduğu yüksek medeniyete kucak açmanın Türk milleti için zaruret olduğuna en manalı bir işaretti. Atatürk'ün bu isteği bugün tamamiyle yerine geldi. (Bozkurt, 2008: 50) ABD zırhlısının Türkiye'ye gelişine dair tek çatlak ses ise sosyalistlerden çıkmış, örneğin Mehmet Ali Aybar "Her Şeyden Evvel ve Her Şeyin Üstünde İstiklal" adlı yazısında şöyle demiştir: Tarihimizin en kritik anlarını yaşıyoruz: İstiklalimiz tehlikededir. Ve işin korkunç tarafı şudur ki, istiklalimize kastedenler bu sefer ordularla değil, bir yardım teklifinin yaldızlı paravanası arkasına gizlenerek üzerimize yürüdükleri için Türk milleti kuşkulanmıyor. Ve mahirane, mahirane olduğu kadar hainane bir propaganda da bu kuşkusuzluğu arttırmağa, istiklalimize kastedenleri bir kurtarıcı gibi göstermeğe çalışıyor. Bu gibi hallerde hakikati gören namuslu her Türk'e mukaddes bir vazife düşer: Her ne pahasına olursa olsun hakikatleri haykırmak . . . (Bozkurt, 2008: 51) Missouri ziyaretinin ardından Türkiye-ABD yakınlaşması derinleşerek devam edecek, Türkiye'nin Soğuk Savaş'ın ileri karakolu olma süreci hızlanacaktır. Truman Doktrini, Marshall Planı ve antikomünizm 1947 yılının Şubat ayında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dean Acheson, Temsilciler Meclisi'nde yaptığı bir konuşmada şöyle der: Türkiye ve Yunanistan'ın yıkılması ve iki ülkede totaliter rejimlerin kurulmasının Ortadoğu ülkeleri üzerinde etkisinin ne olacağını anlatmama gerek yok... Öte yandan, Yunanistan ve Türkiye'nin, özgürlük ilkelerini sıkı sıkıya bağladıkları ABD'den yardım gördükleri zaman bunun morallerini ve iç gelişmeleri üzerindeki etkisini bir düşünün. Türkiye ve Yunanistan'da elde edilecek sonucun Boğazlardan Çin Denizi'ne kadar olan geniş bölgede nasıl büyük bir ilgi ile izleneceğini söylemek çok abartılı olmaz. (Sander, 2016: 38) Amerikan devleti "Truman Doktrini" olarak adlandırılacak olan ve Yunanistan'la Türkiye'ye komünizme karşı yardımda bulunulmasını öngören bir plan üzerinde çalışmaktadır, Acheson'un konuşmasının amacı Meclis'e bu planın gerisindeki nedenleri açıklamaktır. Doktrinin esas yöneldiği ülke Yunanistan'dır ve asıl amaç Avrupa'nın güvenliğinin sağlanmasıdır. Ancak sonradan, jeopolitik konumunun Avrupa'ya yönelik bir Sovyet saldırısını karşılamak açısından önemli olduğu iddiasından hareketle Türkiye de doktrine dahil edilir. Türkiye yönetici sınıfı da zaten doktrinin bir parçası olmak ve Türkiye' de komünizm tehdidi bulunduğunu ispatlamak için elinden gelen çabayı göstermektedir. Truman Doktrini'nin ve ilerleyen sayfalarda ayrıntılı bir şekilde üzerinde duracağımız Marshall Planı'nın nasıl bir konjonktürde ortaya çıktığını anlamamız için, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel egemenlik stratejisinin ne olduğuna bakmamız gerekmektedir. Oral Sander, 1947-1952 yılları arasında ABD stratejisinin şu üç temel hedef üzerine inşa edildiğini söyler: Avrupa'nın askeri, ekonomik ve siyasi istikrarını sağlamak Avrupa'yı ABD'nin koruyucu stratejik nükleer şemsiyesi altına almak ABD'nin önderliğinde ve onun sıkı işbirliği ile Avrupa'nın gücünü dünya ölçüsünde bir savunma için örgütlemek (Sander, 2016: 32) Sander'e göre birinci hedef Truman Doktrini ve Marshall Planı'yla, ikinci hedef Kuzey Atlantik Antlaşması'yla, üçüncü hedef ise NATO'nun kurulmasıyla gerçekleştirilmiştir. Truman Doktrini'ne bakmaya devam edelim. 1947 yılında Yunanistan' da bir iç savaş yaşanmakta ve komünistlerin iktidarı ele geçirme ihtimali hem ABD hem Avrupa açısından tehdit oluşturmaktadır. Eğer Yunanistan "düşerse", İtalya iki yanından iki komünist devlet, yani Yugoslavya ve Yunanistan tarafından kuşatılmış olacak, bu ise İtalya Komünist Partisinin etkisini daha da artıracak ve belki İtalya'da da komünistler iktidara gelecektir. Daha sonra ise benzer bir durum Fransa için de söz konusu olacak ve Fransa da "düşecek", Batı Avrupa kaybedilecektir. ABD'li gazeteci Arthur Krock, Truman Doktrini'nin ve dolayısıyla ABD'nin Soğuk Savaş politikalarının, ABD yöneticilerinin zihninde daha İkinci Dünya Savaşı biter bitmez şekillenmeye başladığını anlatır. Krock'a göre Truman, "sürekli bir yatıştırma politikası ve Sovyetler Birliği'ne dost bir devlet olarak davranma"nın barışı ve güvenliği sağlamaya yardımcı olmayacağını Eylül 1945'teki Londra Dışişleri Bakanları Konferansı'nda anlamış ve uygun bir fırsat çıkması halinde yeni bir doktrin ilan etmeyi daha o zamanlar kafasına koymuştur. (Sander, 2016: 36-37) İşte bu fırsat İngiltere'nin 24 Şubat 1947'de Yunanistan'dan çekileceğini açıklamasıyla ortaya çıkar. ABD, dünya kapitalist sisteminin hegemonik devleti unvanını İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere' den devralmıştır ve bu devir tesliminin ilk somutlaşacağı yerlerden biri Yunanistan olacaktır. Ancak doktrin Türkiye'ye doğru genişletilecek ve Truman 12 Mart 1947'de ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada, "Bağımsız ve iktisadi açıdan istikrarlı bir devlet olarak Türkiye'nin geleceği dünyanın özgürlük-sever halkları açısından Yunanistan' dan daha az önem taşımamaktadır," diyecektir. (Oran, 2004: 529) Aslında ABD Sovyetler Birliği'nin Türkiye'ye yönelik bir işgal girişiminde bulunmayacağının farkındadır. Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Marshall 28 Şubat'ta, Türkiye' deki ABD Büyükelçisi Edwin Wilson'a bir telgraf çekerek Türkiye'yle ilgili bir değerlendirmede bulunmasını istemiştir. Sonradan Türkiye' de büyükelçi olarak görev yapacak olan George McGhee'nin aktardığına göre Wilson, "Sovyetler'in hemen Türkiye'yi işgal etmek gibi bir niyeti"nin olmadığını ama bu "sinir savaşını görünmez bir geleceğe doğru sürdürecekleri"ni söyleyecektir. "Wilson'un kanısına göre Sovyetler'in niyeti, Türkiye'yi büyük bir orduyu hazır durumda tutmaya zorlayarak ülkenin ekonomisini bozmaktı." (McGhee, 1992: 55) Yine McGhee'nin anlatımına göre ABD "Türkiye'nin barış içinde boyun eğmesi"ni Sovyet işgaline göre daha ihtimal dahilinde görmektedir. McGhee, ABD ordusunun hazırladığı bir rapora dayanarak şunları söylemektedir: Kuvvet komutanları, Türkiye'yi Doğu Akdeniz ve Orta doğuda Sovyet saldırganlığına doğal bir engel olarak nitelendirirken, Vietnam Savaşı sırasında çok ünlenen Domino Kuramı'na benzer bir olaylar dizisini öngörmekteydiler. Yani eğer Türkiye, Sovyet baskılarına karşı durabilir, Batı' dan direnişine yardımcı olacak ihtiyaçlarını sağlayabilirse, tüm Ortadoğu ülkelerinin de komünizme karşı direnme kararlılıkları daha güçlenecekti. Yok eğer Türkiye barış içinde boyun eğerse, tüm Ortadoğu ülkeleri de hızla Sovyet boyunduruğuna girerdi. Raporun son cümlesi çok çarpıcıydı: "Rusya, Türkiye'yi barış döneminde emip yutabilirse, bizim Ortadoğu'yu savaşla savunma yeteneğimiz tümüyle yok olur." Truman Doktrini'nin ABD'nin küresel egemenlik stratejisi bağlamında Türkiye'ye biçtiği rolü ve ABD'nin bakış açısını Sander şöyle anlatır: "ABD'ye ve bütün özgür halklara yönelik bir tehdit olarak" komünizm teorik ve pratik olarak bir bütündür ve tek bir merkezden, yani Sovyetler Birliği'nden yönetilmektedir. Bugün dünya çapındaki esas çatışma komünizmle özgürlük arasındadır ve Türkiye bu çatışmada safını özgürlük olarak seçmiştir. "özgür dünyanın kendisini koruması gerektiği en önemli tehlike, komünist olmayan dünyanın zayıf noktalarına karşı komünist devletlerin girişeceği askeri saldırıdır," ve bu tehdide karşı birleşik bir tepki verilmelidir. ABD Birleşmiş Milletler' in bu birleşik tepkiyi ortaya koyamayacak bir örgüt olduğunu tespit ederek kendi örgütsel ağını kurmaya girişecek, NATO, SEATO, Balkan ve Bağdat paktları bu girişimin somutlaştığı mekanizmalar olacaktır. Türkiye de bu süreçte, söz konusu dört örgütten üçünün üyesi olacak ve "kilit ülke" niteliği taşıyacaktır. "Özgür dünya koalisyonu"nun en önemli üyesi ABD' dir ve karar alma ve politika saptama inisiyatifi kendisindedir. Dolayısıyla Türkiye ve benzeri ülkelerden beklenen, ABD'nin alacağı kararlara riayet etmeleridir. 5 Haziran 1947 günü, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Harvard Üniversitesi'nin açılışında bir konuşma yaparak resmi adı Avrupa İmar ve Kalkınma Planı olan, ancak "Marshall Planı" olarak tarihe geçen ve Truman Doktrini'nin tamamlayıcısı olarak görülmesi gereken geniş kapsamlı bir ekonomik yardım paketini duyurur. Marshall, Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu büyük kalkınma planının ancak ABD eliyle gerçekleştirilebileceğini söylemekte ve ABD'nin "diğer memleketlerin kalkınmasına 'manevra eden' herhangi bir hükümete karşı koyacağını" bildirmektedir. Marshall 'a göre, "Amerika'nın siyasetinin gayesi sıhhatli bir ekonomi canlandırmak ve böylece hür müesseselerin bulunduğu her yerde, siyasi ve sosyal şartların meydana çıkmasına müsaade etmek"tir. Marshall'ın konuşması Soğuk Savaş'ın başlangıcına ve sürecin terminolojisinin yavaş yavaş inşa edildiği döneme denk gelmektedir. Buna göre ABD ve Batı, "hür dünya"yı, Sovyetler Birliği ve Doğu ise "demir perde ülkeleri"ni oluşturuyordu. "Hür müesseseler"le kastedilen ise esas olarak özel mülkiyet ve teşebbüs hürriyetiydi fakat bu müesseseler sosyalist ülkelerde mevcut değildi. İşte ABD'nin görevi de bu "hür müesseseleri korumak", yani İkinci Dünya Savaşı sonrası güçlenen komünist akımlara ve Sovyetler Birliği'ne karşı Avrupa ülkelerini korumaktı. Marshall Planı ise bu koruma misyonunun iktisadi ayağıydı. Avrupa ülkeleri ABD'yle iktisadi entegrasyonlarını derinleştirip kalkındıkça sosyal patlamalar ve komünizm tehlikesi ortadan kalkacaktı, Dahası İkinci Dünya Savaşı boyunca devasa ölçüde büyüyen Amerikan sanayi ve endüstrisinin elinde bulunan sermaye ve mallar için yeni, büyük ve "serbest" bir pazar yaratılmış olacaktı, Amerikan sermayesinin konuya dair yaptığı uyarılar, Marshall Planı'na nasıl baktıklarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır, Önemli sermaye örgütlerinden biri olan Ulusal İmalatçılar Birliği'ne göre, yardım verilen ülkelerin herhangi bir sanayi dalını kamulaştırmasını ve özel teşebbüse zarar verecek girişimlerde bulunmasını engellemek için önleyici tedbirler alınmalıdır. Ludwig Von Mises Enstitüsü kurucularından Henry Hazlitt'e göre ise bu plan çerçevesinde yapılan yardımların sosyal güvenlik alanında, ücret artışlarında ya da antikapitalist propaganda maksadıyla kullanılması kesin bir şekilde yasaklanmalıdır, (Tören, 2007: 57) Marshall Planı'nın gündeme gelmesiyle birlikte ABD antikomünist propagandayı da yoğunlaştırır. Örneğin Ticaret Bakanı Harriman, "Sovyet saldırısı Hitler' den daha büyük tehlikedir," açıklamasını yapar. Başkan Truman Kongre'ye tüm vatandaşların askerlik eğitimi alması gerekliliğini öngören bir öneri sunar ve askere alınacak vatandaşların sayısının artırılmasını ister. ABD basınında ise temel tartışma konularından birisi savaş çıkması durumunda SSCB'ye ne boyutlarda veya ne büyüklükte bir atom bombası atılacağına ilişkindir. (Tören, 2007: 58) Amerikan devleti Amerikan kamuoyunun Avrupa'ya yapılacak böylesi kapsamlı bir yardıma itiraz etmemesi için ideolojik mekanizmaları devreye sokmuş, Sovyetler Birliği ve komünizm tehdidinin önlenmesi için bu yardımın yapılmasının zorunlu olduğu algısını yerleştirmeye çalışmış, bunda da başarılı olmuştur,
162 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.