Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

12 Mart rejimi Muhtıra yayımlandığında, radikal subaylar ve solcu aydınlar duyumunu aldıkları sol darbenin gerçekleştiğini sanmış ve darbeye destek açıklamalarında bulunmuşlardı. DİSK, "silahlı kuvvetlerin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyduğunu" açıklarken, TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) ve Dev-Genç'in de aralarında bulunduğu 15 kitle örgütü ortak bir bildiriyle darbeyi destekledi, Hikmet Kıvılcımlı Sosyalist dergisinde, Doğan Avcıoğlu Devrim' de ve Mihri Belli Aydınlık Sosyalist Dergi' de muhtırayı olumlayan yazılar yazdılar. TİP Genel Başkanı Behice Boran'ın değerlendirmesi daha temkinli olmakla birlikte "iktidarın anayasanın dışına düştüğünü, politik buhrandan sorumlu olduğunu" söylüyordu. (Ersan, 2013: 62) Ancak sol çok kısa süre içerisinde yanıldığını anlayacaktı, çünkü darbe doğrudan sola karşı yapılmıştı. 12 Martçılar önce ordu içerisindeki radikal subayları tasfiye ettiler, hemen ardından beş general/ amiral ve 8 albay emekliye sevk edildi. Ziverbey Köşkü'nde Faik Türün yönetiminde solculara yönelik ağır işkenceli sorgulamalar gerçekleştirildi. 24 Nisan günü, askerlerin kurdurduğu hükümetin başbakanı olan Nihat Erim, "Türkiye parçalansın diye gayret sarf edenlere karşı alamayacağımız tedbir yoktur. Tedbirler balyoz gibi kafalarına inecektir," şeklindeki konuşmasını yaptı ve 26 Nisan' da "vatana ve cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma" olduğu gerekçesiyle Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Zonguldak, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Diyarbakır, Hatay ve Siirt'te sıkıyönetim ilan edildi. 27 Nisan'da, Dev-Genç, Ülkü Ocakları ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları sıkıyönetim tarafından kapatıldı. 29 Nisan'da Çetin Altan ve İlhan Selçuk gözaltına alındı. Behice Boran ve Sadun Aren 29 Mayıs'ta tutuklandı, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli yurtdışına kaçtı. Öğrenci derneklerinin faaliyetleri ve tüm eylemler yasaklandı. Sol darbenin sivil isimleri Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk ile askeri kanattan Cemal Madanoğlu, Osman Köksal, İrfan Solmazer ve Talat Turhan ise yargılandı. (Ersan, 2013: 64) Ardından 27 Mayıs Anayasası'nda çok önemli değişiklilere gidildi. 12 Mart muhtırasında anayasa değişikliği yapılmasına ilişkin bir ibare yoktu, hatta askerler anayasayı korumak amacıyla muhtıra verdiklerini iddia ediyorlardı; ancak 12 Mart'ın düzenin yönetememe krizini çözme ve bunu yaparken solu ve işçi hareketini pasifize etme hedefi anayasada birtakım değişiklikler yapılmasını zorunlu kılıyordu. Bu zorunluluk çok geçmeden hayata geçirildi ve 12 Mart'ın "yönetememe krizine karşı otoriter ve güçlü bir rejim" anlayışına uygun şekilde, bir yandan toplumsal hareketleri bastırmak hedefiyle temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalara gidildi, bir yandan da "güçlü devlet" adına hem askerin siviller karşısındaki hem de yürütmenin yasama ve yargı karşısındaki gücü artırıldı. Krizin böyle aşılabileceği düşünülüyordu. Bülent Tanör, 12 Mart dönemindeki anayasa değişikliklerinin ve dolayısıyla devlet iktidarının yeniden düzenlenmesinin dört ana başlıkta incelenebileceğini söyler. Bunlardan ilki askerin sivil iktidar karşısında göreli özerkliğini biraz daha artırmasıdır. Bunun göstergesi olarak ise yapılan değişikliklerle birlikte, askeri yargının sivil yargı lehine genişlemesini gösterir. Bu bağlamda, "asker kişilerle ilgili idari eylem ve işlemlerin yargı denetimi Danıştay' dan alınarak, yani sivil ve tek idari yargı sisteminden kopartılarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi adıyla oluşturulan yeni bir kuruluşa verilmiştir." Bunun dışında sıkıyönetim ilanı kolaylaştırılmış, sivillerin askeri nitelikte olmayan suçlar nedeniyle askeri mahkemelerde yargılanmasının önü açılmıştır. Ayrıca, askerin elindeki "devlet mallarının normal ve aleni biçimde denetlenmesi usulü"nden cayılarak, milli savunma hizmetlerinin gerektirdiği gizlilik esaslarına uygun olarak kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) statüsünde de bir değişiklik yapılmış ve "kuvvet temsilcileri" yerine "kuvvet komutanları" ibaresi getirilmiş, "MGK'nın sadece bir danışma kurulu ya da yardımcı kurul olduğunu belirtmek için" kullanılan "yardımcılık etmek" ibaresi de kaldırılmış ve MGK'nın devlet aygıtı içindeki "manevi ağırlığı" biraz daha artırılmıştır. (Tanör, 1994: 54-55) Tanör, ikinci ana başlıkta, "siyasal karar organları ile yargı organları arasındaki ilişkiye" bakar ve "yargı denetiminin gevşetilmesi"nden söz eder. "Anayasa yargısında, anayasayı değiştiren yasaların sadece biçim yönünden incelenebileceği" yönünde bir düzenleme yapılmış ve "küçük siyasal partilerin Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilmeleri olanağı" ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca, "Yargı yetkisi, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini sınırlayacak tarzda kullanılamaz. İdari eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı verilemez," düzenlemesiyle "yargı denetimine bulanıklık getirilmiştir." (Tanör, 1994: 56) Üçüncü ana başlık yürütmenin yasama karşısında nispeten güçlendirilmesiyle ilgilidir. Yapılan değişikliklerle Bakanlar Kurulu'na Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisi verilmiş, kurul "vergi ödevinin saptanması" konusunda yetki sahibi kılınmış, Meclis'in gensoru yetkisine ve bunun kullanımına sınırlama getirilmiştir. Bunun dışında, 27 Mayıs Anayasası'nın en önemli düzenlemelerinden biri olan özerk kurumlar meselesine de el atılmış ve "Başbakan Erim'in 'dükalıklar' diye nitelediği TRT'nin ve üniversitelerin özerkliklerini azaltıcı ya da ortadan kaldırıcı" değişikliklere gidilmiş, "yürütme organı içinde merkezilik ve yekparelik yolunda da bir adım" atılmıştır. (Tanör, 1994: 57) Dördüncü ana başlık ise temel hak ve özgürlükler ile ilgilidir. 27 Mayıs Anayasası'nda "özgürlük kural, sınırlama istisna" iken, 1971'deki düzenlemeyle bu tersine çevrilmek istenmiştir. Yapılan düzenlemeyle "devletin özgürlükler dünyasında neyi yapamayacağını değil, neleri yapabileceğini gösteren genel bir yetki kuralı görüntüsü" ortaya çıkmıştır. Bunun dışında, hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin olarak "devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü" gibi Tanör'ün "kaypak" dediği terimler kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca, memurların sendika kurabilmeleri, üniversite öğretim üyelerinin ve yardımcılarının siyasi partilere üye olabilmeleri yasaklanmış, küçük siyasi partilere hazine yardımı kesilmiş, Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açma olanakları da kaldırılmıştır. Yürütme ve idare güçlendirilerek "bazı özgürlüklerin somut durumlarda sona erdirilmesinde yargıç kararı şartı kaldırılmış, buna yürütmenin de karar verebilmesi öngörülmüştür." Gözaltı süresinin uzatılması da Tanör'ün ifadesiyle, "zanlının yargıç gözetimi ve güvencesinden uzaklaştırılıp idarenin (polisin) 'ihtimam'ına terki anlamına gelmektedir." Bunların dışında, askeri yargı sivillere doğru genişletilmiş, asker kişilerle ilgili davalar Danıştay'ın elinden alınmış ve en önemlisi "yargı birliğini bozan ve olağanüstü mahkeme niteliği taşıyan Devlet Güvenlik Mahkemeleri" kurulmuştur. (Tanör, 1994: ss. 57-59) Bu anayasa değişikliklerine "ikna için" Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç CHP Genel Başkanı İnönü'yü ziyaret etmiş, "Ordu tekerrürü önlemek için tedbir istiyor," diyerek "uzlaştırıcı bir formül" bulmasını talep etmiştir. CHP'nin "sağ kanadı"nın bu değişikliklerle zaten herhangi bir derdi yoktur. "Sol kanadın" başındaki Ecevit ise, "İçinde bulunduğumuz zor ve olağandışı koşullar göz önünde tutulursa, partilerarası komisyon, tavizleri, fedakarlıkları asgari ölçüde tutarak, demokrasinin yaşamasını sağlayıcı bir metin ortaya çıkarmış sayılır," demiştir. Böylece CHP anayasa değişikliği oylamasına blok halinde katılmış ve evet oyu vermiştir. 12 Mart neticesinde hükümetten düşen Adalet Partisi ve Demirel ise bu değişiklikleri hararetli bir şekilde desteklemektedir. Çünkü daha 12 Mart öncesinde Demirel, anayasanın "Türkiye'ye bol geldiğini" söyleyen çok sayıda açıklama yapmış ve anayasa değişikliğine ilişkin kimi taleplerde bulunmuştur. Tanör'den yola çıkarak bu talepleri dört madde halinde şöyle özetlememiz mümkündür: Yürütme organı etkili hale getirilmeli, özellikle kanun kuvvetinde kararlar alma yetkisiyle donatılmalıdır. Yani KHK yetkisi istenmektedir. Parlamentonun toplanabilmesi kolaylaştırılmalı, gensoru hakkının kötüye kullanılması önlenmeli, doğal senatörlük kaldırılmalı, ara seçimlerin sık yapılması önlenmeli, Meclis'ten çıkan kararlar referanduma sunulabilmelidir. Yani istenen "güçlü yürütme"dir. Özerk kuruluşların statüleri yeniden gözden geçirilmelidir. Üniversiteler özerkliğe dokunulmadan ıslah edilmeli, akademik özgürlükler devletin temelini baltalamanın araçları olmaktan çıkarılmalıdır. Ayrıca TRT de yasama organı ve hükümet tarafından daha yakından denetlenmelidir. Yani özerk kuruluşların özerkliğinin azaltılması ya da kaldırılması istenmektedir. Yargı organı ile yürütme arasındaki ilişkiler yeniden ve daha dengeli bir şekilde düzenlenmelidir. Yani yürütmenin yargı karşısındaki gücünün artması istenmektedir. Anlaşılacağı üzere AP ve Demirel'in talepleri ile 12 Mart rejiminin yaptığı değişiklikler neredeyse birebir örtüşmektedir. Bunun gerisinde ise "antikomünist mutabakat" vardır. Rejim tehlikede diyerek Demirel iktidarını deviren asker ile askerlerin milli iradeye karşı çıktığını söyleyen Demirel, darbenin üzerinden henüz kısa bir zaman geçmişken, düzenin bunalımına karşı antikomünist bir zeminde kolaylıkla buluşabilmişlerdir.
55 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.