Ne toprakta insanlar Kaldı.
Şairler ve de yazarlar, bir ülkenin tarihini edebi bir dil ile tutarlar. Bazen acıları yansıtırlar, bazen aşkları, bazen naturelize tutumuyla doğayı/ya olan aşklarını dile getirirler.
Adonis ülkesinde olan-biter olayları, şiir diliyle getirmiştir.
1960 yılına kadar giden çatışmanın dökülen, yok olan, yitirilen, kaybedilen; canların, malların, geleceğin-umudunu, bir sonraki şiirinde de hiç değistirmeden devam etmiştir şair, şiirlerinde. 1960 yılında gelen bir darbe, geçmiş yılların zulümlerini unutturmamış, aksine daha da hararetlendirmiştir, okuduğumuz şiirlerde.
Ɓ ̲a̲a̲s̲ ̲P̲a̲r̲t̲i̲s̲i̲ ülkeyi daha yoneteceği zannemiş olacakki, Mişel Eflak`ı bu konuda tebrik etmek gerekir(!) Ardında yıkıntı bir insan molozu bırakmıştır. Destek veren birkaç ismi de yazmak isterdim amma, ne gerek var..
Adonis Toprağın Söylediği şiirinin 37. Bölümünde
"Bu şehrim zorla Şam oldu
Bağdat, Lübnan battı
Bizim dünyamızda bu leke güzel ve gerçek
Oysa insanı insan olarak yaratmıştık." Serzenişinde, şehirlerin hatta ülkelerin düşüşünü gözler önüne seriyor. Ve ardından bölümün sonunda; doğurulan insanların, yok etme arzusuna dem vurduğunu görüyoruz, acı bir tablo çarpıyor gözlerimize.
Ve 38. Bölümde
Kim gördü güneşin halkla birlikte savaştığını
Özleyerek kayıp uzaklığı?
Kim gördü döküldüğünü karanlığın toprağa
Şehrim: kayalık, gölge ve su?
Onunla ey güneş onunla garipleşiriz toprakta Karşılaşırız koynunda
Tanır bizi üzerinde bindiğimiz dalgada
Giysileri yırtıp yaratır yeşili
Bize gösterir nesirdeki dizeleri
Ve yaşarız kalbinde peygamberlerin.
Bir taraftan güneşin açmasını umut ederken -ki bu topraklarda hiçbir zaman açmayacağını da dile getirir.- sehrin de bir taştan moloz yığınından başka bir şeye benzemediğini, şehilerin ve de ülkenin ve dahi insanlarının bu kaderi yaşamaya devam ettiğini, sızlana sızlana, canı yanarak anlatır şiirlerinde. Sene 1949 1950lerdir. On yıl sonraki vatanının halinide bir taraftan da görmektedir. Ölümler, acılar, yalnızlıklar adım adım gelir.
Bizde tarihi hızlandırarak,
Ey tanrım, yalnızlıktan kurtarırsın
Bütün bu insanların arasından ve evrenden?
Nerede karşılayacaksın bizi,
toprağındaki o ahirette.
Önceki vatanımızda
Ölümün yapraklarında ve hayatın rüzgarında?
Ey tanrı bizde, benzerimizde
Sesleri yükselmeye başlar. Bir kurtuluş arar Tanrı`sından. Yeni Ağıt şiirinden. Ve şiirin ilk bölümünün sonuna doğru
Ey inen çamur ben olsaydım
Veya inen yıldızların arasına arasına
Ki görmesin bu alem görmememiz için diye feryat eder, şair daha ağır darbeyi indirmemiştir son satıra kadar ve der ki;
İki kadının bacak aralarındaki ateşi" #89660816 kayıp giden kadınların acılarımı ağır basar şair de, yoksa bir diğer kadın olarak ağladığı vatana düşen ateş mi?
Neler oldu ?
Savaşın kazananı olmadığı gibi, bu tür sahneleri İspanya iç savaşın şahitlerinden
Şiirler kitabında da yer yer verilen acı tabloyu, okurun içine bastıra bastıra, inleterek vermştir, acılarını, gamını, insan-yokoluşunu.
Neruda şiirinde acısını bastırmak içinde
"Gelin görün sokaklar kan
Gelin görün Sokaklar kan
Gelin görün kanı
Sokaklar boyunca akan" ... defalarca aynı satırları tekrarlamış, kadınların ve çocukların düştüğü vaziyeti,
"Öğle yemeklerinden sonraki o saatler, ergen öğrencilerin
Ve kızların ve oğlanların ve papazların kendilerini tatmin ettikleri.
Hayvanların apaçık çiftleştiği. " ile susarak, dönüyorum
Adonis şiirlerine.
Acaba şiirleri okurken, sairlerin ne anlattığını düşündük mü? Hayal kurduk mu? Onlarla yaşadık, yaşlandık mı? Diyor ki; Adonis:
Atmaca şiirinde Adios bir şeylere şahit oluyor, ben kaçamadım şiirden, buyrun siz kaçıverin gerçeklerden, sevgili okurlar.
ATMACA
"Atlılar yaklaşıp ve bize kıyıdan seslendiler:
Zararımız dokunmaz,
dönün giysileriniz üstünüzde! yüzeye devam
ettim, erkek kardeşim
çocukca bir korkuyla yüzüyordu, gözgöze gelip,
cesaret dedim.
Beni duymadı. Ben Fırat'ı geçerken, o
söylediklerine kanıp,
onlara yöneldi.
<<< kestik.. ne oldu peki Adonis, sen karşıdasın, kardeşin beride, geri dönmek mi isterdin, koşup kardeşini kıyının karşısına cekmek mi?>>>> devam...
Sonra gözlerimin önünde başını gövdesinden ayırdılar...
Sadece onüç yaşında bir çocuktu o.
Sonra uçuyormuşum gibi geldi bana,
oysa ayaklarım önümdeydi."
Yani?... <susuyorum, sonra, susuyorum, şiire değil insanlığa su`suyor-um.
Atmaca şiirinin bir de devamında "Atmaca Günleri" şiir başlığı var, epeyce bi` uzun, bir- iki paragraf sonra daha fazla konuşmaya da gerek kalmayacak aslında.
Sizi hiç akrep soktu mu ? Beni daha evvel bir akrep sokmadı. Eğer soksa ölmez miydim? O zaman şair burada bir akrebin sokmasını nasıl duyumsar? En kötü ihtimal felç olmaz mı insan?
*..
"Sönen yangının bıraktığı yarıklarda dakikaları yoklardım
Susuz sınırlı toprakların
Geçip giden oldum geçip giden payıma düşenden
Çakıl taşlarını aşındırdım ve toz toprağı
Mızrağımın gölgesinde daralır yeryüzü- ölürken Akreplerin nasıl soktuğunu duyumsarım, meçhulde sürüklerim kıtayı
Ölürken arzuyla yeryüzünün üstünde yeryüzünden daha sabırlı-ölürken
Döküldüm omuzlarına rüzgârın dua ettim taşlara bile fısıldadım
Yıldızları okudum, adreslerini yazdım ve yokoluşlarını
Tutkumu çizdim harita gibi
Ve mürekkebi kanım derinliği basitliğim Köklerin ve dalların arasında uyanık çekilir Sular,
Toplanır doğanın alnına
Kuru çiçekler ve veda ettiğimiz mezarlar
burçların küresine yükseliyorum, trajediye dönüşür oysa
Oysa savrulur külleri"*.. dizeleriyle başbaşa bıraktım sizi. Akrep aramaya ne hacettir ki, insan varken bu topraklarda (topraktan kasıt, biz dünya insanlarının basmayı hak etmediği yer den bahsediyorum) eee bu durumda kedi mi nankör insan mı? " Hadi ama ! Hak ettiğimiz sloganı bir hayvana yakıştirarakta işin içinden çıkıvermişiz," "yersen.."
"Bir şair gibi ben de mevsimleri değiştirmeyi bilseydim" diye devam eden şiirde, bir şair olsam diye devam eden o kadar satır var ki..
"Şair gibi bilseydim eceli değiştirmeyi
Bilseydim şimdi olsaydım
Peygamberin adağı veya bir işareti
Haykırdım: Ey bulut
Çoğal ve yağ
Adımla Fırat’ın ve Şam'ın üstüne."
Amma evvelki şiirinde ise, yağmur yağmış, yağan yağmurda da çamurdan başka bir şey kalmamıştı. Yağmuru, şair bir arınma, temizlenme, yenilenmeyi umut ederek istemiş olsa gerek -ki buna kendide inanmamıştır. O da biliyordu ki, ilerleyen tarih sahnesi tekrarlanacak, ve bu şiirler bir daha, bir daha yazılacak, bu metruk şehirlerde (dünya...).
Şiirler atlıyor, mevsimler biriyor, ömür geçiyor derken, bi şiirin son mısraları çarpıveriyor gözlerime, gözüm seyiriyor.
Gözyaşı Mevsimi, şair şehrine olan aşkı ile başlayan hasreti, sona dogru başka bir hal alıyor. Tıpkı bugünün Suriye`sine kuşanıyor tarih
"Ey süslenmeden dökülen kadınlar
Ey güzelliğin yeli kadınlar
ey gecenin bir saatinde ışık saçan kadınlar
Ey saklı köklerin ve çamurların maliki kadınlar
Sonunda kayıp çıplaklıklarını alırsın
Ey Şam...
ey sevgi, yok..
Bağışla Ey Şam
Eğer senin mağaralarınla korkutsam
Yıksam surları,
Ateşi tamsam beni böyle sallayan
Tarihimizdeki feryat, kaybolan
Gemiler geri dönse; Bağışla Ey Şam
Sonunda kutsanmış adımlarla yürüyeceksin...
~İnsan Hüsran~
Ne bağdat kaldı,
Ne şam.
Ne Lübnan kaldı
Ne bir müslüman
Ne insan kaldı
Dünya da.
Ne uyku uyuyacak bebek ,
Karabağ da ölü öldü
Dünya insanları, ŞEYTAN Mİ Şeytan. #89689084
Sevgiyle, dostca kalın.