Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
9/10 puan verdi
·
13 günde okudu
Aslına uygun bir eleştiri...
Aslında bu inceleme yazılmayacak ve sadece güzel bir eserin okunma hazzını bencilce kendime saklayacaktım ki bunu beceremedim. Öylesine dolanırken bu kitaba yazılmış ve en çok beğeni almış incelemenin neredeyse tamamının kopyala-yapıştır olmasından dolayı “kaygı” duydum ve yazmak istedim. 17 yüzyıl filozofu olan Kierkegaard günümüz bilimine de ciddi manada ışık tutmakta ve yol göstermektedir. Kierkegaard’ın felsefesini anlamak için kesin olan kanı hayatını da süzgeçten geçirmekle olur. Yaşamı ve felsefesi iç içedir. Babasından dolayı aldığı katı Hristiyan terbiyesi yaşamına büyük ölçüde yön vermiş ve melankolik yapısı ilk olarak kendini orada göstermiştir. Evet, Kierkegaard mutsuz bir çocukluk geçirdi. Annesinin ölümüyle babasının evin hizmetçisiyle olan ilişki ise baba oğulun kopmasında dönüm noktası oldu. Tam bu döneme denk gelen, Regine Olsen ile olan ilişkisi de bir dönüm noktası olmuştur. O zamanlar 23 yaşında olan Kierkegaard 14 yaşındaki Regine ile karşılaşmış ve birbirlerinden etkilenmişlerdir. Fakat Regine’nin yaşının küçük olmasından dolayı Kierkegaard kendisine açılamamış, üç yıl boyunca bu şekilde devam etmiştir. Regine 18 yaşına bastığında Kierkegaard’ın önünde bir engel kalmadığından konuyu Regine’ye taşımış ve olumlu sonuçlar almış, nişanlanmışlardır. Ancak Kierkegaard’ın ailesi üzerinde bulunan bir kehanete kanması ve 33 yaşına geldiğinde öleceğini düşünmesi bu beraberliği noktalamaya yetmiştir. Burada Kierkegard’ın sevdiği kadına miras bir melankoli bırakmak istememesinden kaynaklanmıştır. Nişanlandıktan bir yıl sonra Kierkegaard Regine Olsen’e içeriğinde nişan yüzüğünün de bulunduğu bir not gönderir. Bu notta; “hepsinden önemlisi, bunu yazanı unut: Her şeyin dışında, bir kızı mutlu edememe yeteneği bulunan birini bağışla!” diye yazmıştır. Bu ayrılıktan sonra Regina başka birisiyle evlenir ve Kierkegard’la karşılaşmaları devam eder. Bu karşılaşmalar neticesinde Kierkegard üçüncü ve felsefesinin en üst ayağı olan dinsel yaşama kendini bırakır, Korku ve Titreme kaleme alınır. Kierkegaard’ın hayatının önemli hadiseleri bunlardır. Felsefesinde bulunan üç alan ise estetik yaşam (Regina ile olan zamanlar), ahlaksal yaşama geçiş (kavgalı olduğu babasıyla barıştığı zaman) ve son olarak Regina’nın evlenmesinden dolayı Kierkegaard’ın dinsel yaşama yönelmesi. “önemli olan benim için bir hakikat bulmak, uğrunda yaşayabileceğim ve ölebileceğim bir fikir bulmaktır. Nesnel hakikat denen şeyi keşfetmek, felsefenin bütün sistemlerini çalışmak ve gerekirse hepsini incelemek ve her bir sistemin içindeki tutarsızlıkları göstermek ne işime yarar; ama o benim hayatımla ilintili olmalıdır ve ben bunu şimdi en önemli şey olarak görüyorum” Kısaca belirtmek gerekirse Kierkegaard düşüncesi ve yazılarıyla ilk varoluşçu felsefeci ve gözlem ruhu çok iyi bir psikologdu. Öznelcidir, ona göre tek anlamlı varlık bireydir ve düşüncesinin neredeyse tamamı bireyin anlamlı bir hayat sürmesi üzerinedir. Bir bakıma sosyal yaşamı reddeder ve seçme özgürlüğünün her bireyin kullanmasını salık verir. Çünkü bu seçme özgürlüğü yaşam alanları olan –estetik, ahlaksal ve dinsel yaşam – arasında sıçramaya olanak tanır. Hegel ile ters düştüğü noktaların neredeyse tümü yaşama bireyci bakmasından kaynaklanmaktadır. Akılcılığın ya da nesnelliğin, bilimin insanları demonize ettiğine inanır. Bilimin bize hayatı nasıl yaşayacağımızı öğretmesinin imkânsız olduğunu imler. Diğer birçok filozofa göre (Platon, Aristoteles’de dâhil) bilgi nesnel olursa değerlidir, nesnel değilse bilgide değildir. Kierkegaard ise nesnelliğin öznelliği körelttiğini söyler. Albert Camus’un Sisifos Söyleni denemesinde gördüğümüz Don Juan, fatih ve aktör yaşam tarzlarının daha sağlam bir içerikle işlenişini Kierkegard kitaplarında görüyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz yaşam alanlarının her biri ciddi bir gözlemin ürünüdür. Bunların en alt tabanı olan “Estetik Yaşam’dır.” Bireyin kendisi için yaşadığı bir yaşam tarzıdır. Nietzsche’nin sürü insan ya da yığın yaşamı dediği de bu yaşam tarzıdır. Hatta ubermensch olarak tanımladığı süper kahraman, üstinsanı da bu kategoriye almak mümkündür. Kaygı yoksunu kişilerdir ve kendi tinsel varlıklarının farkında değillerdir. Esas olan tek şey haz ve acıdır. Kadından kadına geçen Don Juan, kendini şeytana satan Faust bunların en başında gelenlerdir. Tıpkı aktörler gibi, mitolojinin Sisifos’u gibi olay örgüleri her bitişin ardında yeniden başlamasıdır. Ahlaksal yaşam ise estetik yaşamın tam tersi olan kendi için yaşama değil de başkası için yaşama tarzıdır. Genel olarak dünya üzerindeki yaşamların çoğu ahlaksal yaşamdır. Estetik yaşamdan ahlaksal yaşama geçiş günümüzde evlilikle çok mümkündür. Aile müessesi ahlaksal yaşam gerekliliğini karşılamakta ve bireyin kendisi için değil de ev halkı ya da çocukları için yaşamasıdır. Kierkegaard bu tarz insanları trajik kahramanlar olarak ele alır. İlk örneği de ahlaksal evrenin en önemli temsilcisi olan Sokrates’tir. İkinci bir trajik kahraman ise Miken kralı Agamemnon’dur. Esas olan toplum dengesidir ve yegâne gaye en iyi sonuca ulaşmaktır. Ahlaksak yaşamın aşkın bir temeli yoktur ve bu sebeple Kierkegaard insanı sosyal standartlara bağlı kalmayan, genel geçer ilkelerden bağımsız, öznel ve somut varlık sayar. (Agamemnon’un konu olması ise kurban ettiği kızı Iphigenia vasıtasıyladır. Yunan mitolojisinde Agamemnon Aulis’ten Troya’ya yelken açmayı başaramadığında, daha önceden kızdırmış olduğu tanrıça Artemis’e bir kâhinin salık vermesiyle kızını kurban edeceğini söylemesinden dolayıdır.) Dinsel yaşam tarzı ise tanrı için yaşama arzusudur. Deist bir yapıya sahip olan Kierkegaard, kiliseyle sürekli bir didişme içerisindeydi. Bir aracı ile değil de direkt tanrıyı muhatap alırdı. Eserlerinde Anti-Climacus rumuzunu kullanmasının başlıca sebebi bu Hristiyanlıkla olan çatışmasıdır. Regine ile olan ayrılığından sonra ise kendi adını kullanmaya başlamıştır. Bu yaşam tarzının en fazla bir avuç insanda görülebileceğini söyler ve en başına ise oğlu İshak’ı (İsmail) kurban etmeye razı gelen İbrahim’i koyar. İnanç ve körü körüne bağlanma esastır. Bir babanın oğlunu öldürmesi ahlaksal olarak kötü ve bir cinayettir ancak kurban ritüeli olarak sorgusuz bir durumdur, paradokstur. İnancın zaten kökeni buradan gelir. Kişi neye inanacağını kesin olarak bilse veya görse bu tam bir inanç olmaz. Aslında burada neye inanılacağının pek bir önemi yoktur, bireyin neye inandığı önemlidir. Ruhsal bir sıçramayla evreler arası geçiş yapabilirler. Seçme kavramı! İnsan bir evreden diğer evreye geçmeyi istemelidir. Bu seçimdir. Kararlar eylemi değil nasıl yaşanacağını belirler. Seçmeyi boş vermek seçenekleri kaybetmeyle sonuçlanır. Bu hususta harika bir tespit göstereceğim. Sylvia Plath; “Hayatımın hikâyedeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını gördüm. Her dalın ucundan sanki olgun mor bir incir gibi mükemmel bir gelecek uzanıyordu ve beni çağırıyordu. Bir incir bir koca ve çocuklar, diğer bir incir başarılı bir profesör ve bir başka incir muhteşem editör, Ee Cee, ve bir başkası Avrupa ve Afrika ve Güney Amerika, ve bir diğeri Constantin ve Sokrates ve Atilla ve garip isimler ve enteresan işleri olan başka bir sürü sevgili ve bir başka incir Olimpiyat bayanlar takımı şampiyonu ve bu incirlerin ötesinde tam olarak çözemediğim bir sürü başka incir daha. Kendimi ağacın altında oturup, sırf hangi inciri seçmeye karar veremediğim için açlıktan ölürken gördüm. İncirlerin her birini istiyordum ama birini seçmek geri kalanının tamamını kaybetmek anlamına geliyordu ve ben orada karar veremeden oturdukça, incirler birer birer buruşmaya ve kararmaya başladı ve tek tek her biri ayaklarımın dibine düştü.” “kişi seçim yaptığı için değil ama seçmeyi boş verdiği için en sonunda bir ya/ya da sorusunun artık gerekli olmadığı bir anın geleceğini” “Seçim yapmak ve zamanında seçim yapmak önemlidir,” Kierkegaard. İşte tam burada “Kaygı” alır sahneyi… Kaygı Kavramı Kierkegaard’ın da belirtmesiyle psikolojik bir kitaptır. Kaygının her zaman varolmasıyla beraber tinselliksiz yok olmuş, Adem’in kaygısıyla da oluşum başlamıştır. Buradaki kaygı, Adem’in kaygısıdır ve yasak olanın ardında gizlenmiş özgürlüğü çıkarmasıyla, suç meydana gelmiştir. Kierkegaard ve felsefesine bu kadar fazla yer vermem konuya mevzu olan inceleme yüzündendir. Eğer ki inceleme değiştirilir; son zamanların gözde kelimeleri olan yerli ve milli bir hal alırsa kitap hakkında düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak isterim. Buradan ötesini ise https://1000kitap.com/omur_torpusu arkadaşımın #48696792 nolu incelemesinden keyifle okunabilir. Bu yapılana karşı bir eleştiridir. Dahası yorumsuzdur. Teşekkür ederim.
Kaygı Kavramı
Kaygı KavramıSoren Kierkegaard · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2018633 okunma
··
1.924 görüntüleme
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
İncelemenizi kaleme alıp bu hazza bizi de ortak ettiğiniz için müteşekkirim Tayfun Bey. Zira bu konuda bencilliğin lüzumu yok :) Hem -bir varoluşçu olması hasebiyle- Kierkegaard'a duyduğum ilgi hem de yazınızın oldukça nitelikli olması sebepleriyle incelemenizden ciddi manada istifade ettim. Bu bağlamda teşekkür eder kaleminizin devamını dilerim. Bunların yanı sıra izninizle yazınızın bir kısmını eleştirmek niyetindeyim. "Genel olarak dünya üzerindeki yaşamların çoğu ahlaksal yaşamdır." düşüncesine pek katılmadığımı belirtmek isterim. Aile müessesesi bile ahlaksal yaşam modelini karşılamakta yetersiz kalıyor fikrimce. Ahlaki yaşam modeli için alturistik duygular (diğerkamlık) dediğimiz empati, yardımseverlik, kabul, saygı vb duyguların gelişkin olması gerekir. Oysa evlilik gibi günümüzde hala(!) geçerliliğini kaybetmemiş bir kurumda dahil bunun tatmin edici düzeyde olduğunu düşünmüyorum. Dahası gittikçe daha da köreldiğine inanıyorum. Malesef ki bu inancımın da reel olduğu kanaatindeyim. Bu kaliteli inceleme için kaleminize sağlık :)
Tayfun okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Aslında haklısınız da haksızsınız da. Evet istisnalar çok fazla, evlilik ve aile müessesi bile ahlakı ayakta tutmaya yetmiyor. Bu konu her iki yana da yatırılabilir. Yine de ben buna inanmak isteyip, bu istekle kefaretimi ödemek amacındayım. Aslında bu benim vicdani bir çıkarımım, rahatlamamdır. Her şeye rağmen evlatları için birçok emek veren bireyleri yok sayamayız. Vatanı ve milleti için ölümü göze alan asker ve kolluk kuvvetlerini yok sayamayız. Biraz tahammülümüz bitmiş olabilir. Ancak umudumuz ve inancımız var.
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.