Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sağ ile sol, paylaşımdaki bir alan için rekabet eder ve her biri sorunlara farklı bükümler verse de, ikisi de aynı sorunlarla uğraşır. Bu toplumsal alanın üç cephesi, birey, tarih ve toplumdur. Sağ, politik programının merkezine, tecrit edilmiş bir birim olarak ta­savvur ettiği bireyi yerleştirir. Bunun nasıl dallandığını Hollywood kahramanını incelerken görmüştük. Solun programı da bireyi hedef alır, ancak onu, piyasanın cangılında başkalarını alt eden hayatta kalmacı yalnız savaşçı olarak değil, ilişkisel bir kendilik ve kolek­tifin sorumlu bir parçası olarak algılar. Gelgelelim solun devletçi ve zoraki kolektivist önyargıları, solcu teorisyenleri (özellikle Alt­husser) bir politik kategori olarak bireyi (“özneyi”) mahkûm etme­ye itmiştir. Bu duruş sinema eleştirisine, "imgesel” ego kimliğine ait “ideolojik” anlamı güçlendirmeye yönelik her türlü manevranın mahkûm edilmesi biçiminde yansımıştır. Biz bu görüşü paylaşmı­yor ve genel anlamda solun öznelliği asli bir kaygı olarak bir kena­ra bırakmaması, buna karşılık bireyci ideolojiyi eleştirmesi gerekli­ğini savunuyoruz. Sinemada bu, bireysel izleme zevki veren, egoyu güçlendirici temsili sürekliliklere bağlı kalan ya da tekil kahraman­lar kullanan her filmin mutlaka ideolojik olması gerekmediği anla­mına gelir. Nitekim psikolojik araştırmalar, insanların korku, arzu ve hatta en nevrotik fantezilerinin bile ciddiye alınıp kabul gördü­ğü eşduyumsal bir atmosferde sağaltımcı değişim olasılığının bun­ların şiddetle reddedilmesine göre daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Aynı ilke hiç kuşkusuz sinema için de geçerlidir.
··
16 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.