Nar ağacı sayesinde Nazan Bekiroğlu ile de tanışmış oldum. Bundan sonrada kitaplarını okumaya devam edeceğimi en baştan belirteyim. Kitap gerek konusu gerek kurgusuyla beni etkiledi fakat sonunu pek beğenmedim.
Kitabımız Zehra ve Settarhan’ın ayrı ayrı maceraları arasında gidip gelmeyle ilerliyor. Kitap da muhaciri de gördüm, tehcir edileni de. Ayva yaprağının insanlara nasıl hayat olduğunu da gördüm. Zerdüştlük hakkında da bilgi sahibi oldum. Beni en çok etkileyen bölüm ise İsmail’in defterine yazdıkları oldu. Balkan Savaşında, Birinci Dünya Savaşında halkın ne zorlu durumlarla karşılaştıklarını, savaşın insanları nereden nereye sürüklediğini ve daha nice olayı görüyoruz. Trabzon’dan Zehra ve Tebriz’den Settarhan'ın inanılmaz bir o kadar da zorlu, acılarla dolu ve üzüntülü geçen macerasına tanık oluyoruz. Bu iki ırmağın birleşme hikâyesini okumanızı tavsiye ederim.
Settarhan karakterini bu alıntı çok güzel açıklıyor zaten: “Ah Settarhan! Benim saf, dünyadan bîhaber, kanayaklı ama kendisini dünyanın bütün gailesinin ortasında buluveren dedem. Azam’ın kazazedesi, Sofya’nın kafası karışık âşıkı, Tebriz-Tiflis-Batum-Bakü hattında tacir; yanık, kavruk, yaralı ama bir o kadar da hayat dolu, alnını rüzgâra vermiş öylece oturuyor(506)”