Gönderi

Osman Yüksel Serdengeçti, tabutlukları şöyle anlatır: 13 numaralı hücrenin kapısı açıldı. Fare deliği gibi bir yer. Ancak küçük bir karyola sığabiliyor. Kapıyı yüzüme çarpar gibi kapadılar... Mendebur küçük bir karyola. Kokmuş bir yatak, ayakta duracak yer yok. Her yeri bu tahta karyola kapamış. Yukarıda avuç içi kadar bir delik var. O deliğin hizasında bir elektrik yanıyor... Birdenbire kapım açıldı. Sıçramışım. Baktım bir adam, elinde yarım ekmek var, paran var mı dedi. Var. Parasını verdim, yarım ekmeği aldım. Nereye koyacağımı bileriyorum her taraf pis. Sonunda cebime soktum. Yatağa uzanıyorum. Tuhaf bir koku var. Altını üstüne getirdin yine öyle, bu sefer de kaldırdım attım. Karyolanın altına soktum. Kuru tahtaya uzanıyorum. Elektrik öyle yanıyor... Helâ baştanbaşa pisliklerle dolu, ayak basacak yer yok! Böyle olduğu halde, burada bir saat kaldım. Bulunduğum hücrenin kokusu daha fena. Tekrar hücreme geldim, polis kapıyı kapattı. Bulgar, [hücredeki diğer tutuklu] horul-horul uyuyor. Sabaha kadar bu hal devam ediyor. Sabah mı? Bizim için sabah akşam, gece gündüz yok! Bir vakit biliyoruz; 300 gram kuru ekmeğin geldiği o harikulade akşamüzeri. Çoktanberi susuzum. Birkaç defa istedim, getirmediler. Yok diyorlar. Bir daha istedim, nihayet pis bir kovada, üzerinde saman çöpleri yüzen mübarek su geldi. Saman çöplerini üfürerek kovadan suyu içiyorum. Hayvan suluyorlar sanki! Helânın yaninda bir musluk var, fakat su nadiren akıyor. 'Su geldi' sözü koridorda, hücrelerde bir çabalama, bir hareket yaratır. Herkes hücrelerin kapısını vurmaya başlar. Çünkü suyun tükenmek ihtimali vardır... Gündüzleri (Bulgar] Nano'nun kokusu; geceleri helânın. Artik bu Bulgar'a da iyice kızıyorum. Hücrenin havasızlığı yetmez gibi, sersem herif, koridordan topladığı sigara parçalarını bu daracık yerde içiyor. Bazen birbirimizi göremeyecek hale geliyoruz..."
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.