Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Evlenme önerisini Ayşe Sıtkı'nın olumsuz karşılamasından sonra Sabahattin Ali başka adaylar aramaya koyuldu. 1932 yazında amcası Salih Bey'in evinde karşılaştığı Aliye Hanım'da karar kıldı. [Aliye Hanım bu tanışmanın 1933'te, Reşit Ertüzün ise 1932'de, tutuklanmazdan önce gerçekleştiğini öne sürer. Ertüzün'ün verdiği tarihin doğru olduğunu sanıyorum. Çünkü 1933 yazında Sabahattin Ali, Sinop Hapishanesi'nde yatıyordu.] 1935 Ocağında niyetini yengesi Müfide Hanım'a açtı. Ayrıca, Salih Beylere de kızı istemeleri için ricada bulundu. Onlar da bir mektupla durumu Aliye'nin ailesine bildirdiler. Mektuba olumlu cevap geldi. Sabahattin Ali buna çok sevindi. 5 Martta Ayşe Sıtkı'ya yazdığı mektupta nişanlısını şöyle tanıtıyordu: "Mühim bir havadisim var: Evleniyorum. Hatta nişanlandım bile. Sen benim gibi kelepiri kaçırdığınla kal. Nişanlım şu 'masume'ler sınıfına dahil, ne yazık ki . . . Erenköy 'de oturuyor. Babası bir proleter. Kendisi sekizinci sınıfta Erenköy'ü bırakmış ... Amcamın evi ile komşu ... Kendisini pek iyi tanırım. Avrupa'dan geldiğim sene beraber denize falan girerdik. (Bu sözüm üzerine masumeliğinden şüphe etme o zaman ufaktı ve yengem, teyzem ve diğer komşularla beraber, şimdi Suadiye Plajı'nın olduğu yerde, yıkanırdık. Orası o zaman boş bir tarla idi.) Altın gibi sarı saçlı, fevkalede güzel lacivert gözlü, beyaz tenli gözlerinin etrafında yazın beliren seyrek çilli ve uzunca boylu bir kızcağızdır (Uzunca boylu dediğim 1 .60 boyunda kadınlara göre uzun. Ben 1.62'yim ... ) Gayet sessiz okumaya ve düşünmeğe meraklı; kendi halinde bir mahluk... Yaşı tam 20 . . . İsmi de Aliye . . . Birisi sorsa: Niçin evleniyorsun? dese, vereceğim cevap şudur: Çalışabilmek için... Ben kendi kendimi her hususta idare edemiyorum. Halbuki muhakkak muntazam ve ölçülü bir hayata muhtacım ve ancak bu şekilde faydalı işler çıkarabilirim." Sabahattin Ali o sıra Ankara'da, Aliye Hanımsa İstanbul'daydı. Bir süre mektuplaştılar. 20 Nisan'da Sabahattin Ali nişanlısına şunları yazıyordu: "Çok sevgili Aliye'ciğim, Ben de senin mektubunu alınca sevincimden yerimden sıçrayacaktım. Demek artık birleşmemiz bir gün meselesi oldu. Beni düşündüğünü gösteren satırların kalbimin sana karşı olan bağlarını bir kat daha güçlendirdi. Benim için dünyada her şey sensin. Bunun için benim de her şeyim senindir. İlk günlerde pek lüks yaşamasak bile muhakkak ki seni dünyanın en mesut insanı yapmak için her şeyi yapacağım. Çünkü sen sevgin ile beni dünyada erişilebilecek saadetlerin en büyüğüne eriştirdin. Mademki annen istiyor, tabii seni gelin kıyafetinde görecektir. Bunu bende isterim. Ben ay başında sana gelinlik kumaşı yollarım, orada vücuduna göre diktirir ve hazırlatırsın. Ben İstanbul'da dört beş günden fazla kalamayacağım için bunların önceden tamamlanması daha iyi olur. Sonra ben gelirim, resmi işleri hallederiz, olur biter. Mayıs ortalarında herhalde gelmek istiyorum. O zaman mehtap da olacak, seninle ay ışığı altında dolaşmayı o kadar istiyorum ki ... " Bu büyük istek kısa zamanda bir aşka dönüştü. Nikah öncesinde nişanlısına yazdığı bir mektupta bunu coşkuyla dile getiriyordu: "Sana bugün çılgın gibi aşıkım. Senden ayrı geçen bu günleri cehennemde imişim gibi geçiriyorum. Evde resimlerine bakarak uyumaya çalışıyor, fakat uyuyamıyorum. Sana kavuşmadan sükunet bulamayacağım. Nikahı önümüzdeki hafta içinde, Pazartesi veya Perşembe günü yaparız." Gerçekten de Sabahattin Ali dediği tarihte İstanbul'a geldi. Askerliğini erteletmişti. Ankara'da bir apartmanın üst katını kiralamış, biraz eşya satın almıştı. 16 Mayıs 1935 günü Kadıköy'de nikahlandılar. Birlikte Ankara'ya gittiler. Aliye Hanım Sabahattin Ali'yle tanışıp evlenmesini şöyle anlatıyor: "Tahminen 1933 senesi. Eşim Sabahattin Ali İstanbul'da oturan Gülhane Hastanesi Başeczacısı Salih Başotaç'ın evine misafir olarak gelmişti. Sabahattin'le tanışmam o aile ile komşuluk dolayısıyla oldu. Grup halinde Suadiye'ye denize girmeye gittik. O zaman şimdiki Suadiye plajının olduğu yer açık denizdi. Bir defa da yine grup halinde İçerenköyü'nde yapılan bir sünnet düğününe gittik. Bir iki saat düğünde kaldık, dönmek istediğimizde Sabahattin yanımızda yoktu. Giderken kullandığımız lüks lamba fenerle bir ağaç altında onu kitap okurken bulduk. Gidiyoruz dendiği zaman kalktı ve feneri benim yüzüme tutarak gözlerimin içine uzun uzun baktı. Sabahattin beni ilgilendirmemişti. Salih Bey'in hanımının ağabeysi olan yüzbaşı bahriye mühendisi Muhittin ağabey benim hoşuma gidiyordu. Ona aşık değildim, benden yaşı oldukça büyüktü. ( . . . ) O gece lüks fenerle eve döndük. Bir daha Sabahattin' i görmedim. Bir müddet sonra Salih Bey emekli oldu ve Ankara Hıfzıssıhha Enstitüsü'ne tayin olarak evlerini Ankara'ya taşıdılar. Aradan bir müddet geçtikten sonra 1935 senesi Şubat ayında Salih Beyin hanımından anneme bir mektup geldi. Sabahattin, Aliye ile evlenmek istiyor, her şey yapılacak, sevdiğimiz Aliye'ye yüzgörümlüğü de takılacak, sizden haber bekliyoruz diye. Sabahattin'i ilk gördüğüm günden sonra o Almanya'ya gitmiş, Almanya'dan dönüşünde evlenmeye karar vermişti. Anneme gelen bu mektubun üzerine, babam bu evliliğe razı olmak istemedi. Sabahattin'in polisçe fişli olduğunu, Salih Beylere gelişinde duymuştu galiba. Bunu sonradan öğrendim. Evlenmekte direndim. Ankara'ya gitmek bana cazip geliyordu. O sıra Ankara gözde bir yerdi. Annem evet mektubunu gönderdi. Kış olduğu için nişanın gelip gitmeden posta ile yapılmasına karar verildi. Ankara'dan nişan ile ilgili hediyeler geldi, düğünün de Mayısta yapılmasına karar verildi. Renkli güzel bir fotoğraf çektirerek göndermiştik. Sabahattin'den ilk mektubu aldım. Fotoğrafı beğendiğini güzel sözlerle yazıyordu. İkinci mektubu ile birlikte Değirmen, Dağlar ve Rüzgar kitabını gönderdi . Bu şiirleri ve hikâyeleri okuyunca Sabahattin'e körkütük aşık oldum, o da herhalde beni beğeniyordu ve bana güzel mektuplar yazmakta devam ediyordu. 1935 Mayısında İstanbul'a geldi, bir gece bizde kaldı. 16 Mayıs günü Kadıköy Evlendirme Dairesi'nde nikahlandık ve trenle Ankara'ya birlikte döndük. Bir hafta kadar amcasının evinde misafir edildik, onlar Yenişehir'deki Sıhhiye Vekaletinin lojmanlarında kaloriferli güzel bir dairede oturuyorlardı. 1935 senesi Ankara'da kaloriferli lüks daireler parmakla gösterilecek kadar azdı. Salih Bey'in hanımı zevkli, güzel, sevimli bir hanımdı. Hisar'da iyi bir Ermeni terzi buldular. Bana şık bir gelinlik dikildi. Bu bir hafta zarfında her şey tamamlandı. Bize güzel bir düğün yapıldı. ( . . . ) Bize Ulus'ta Menekşe apartmanının çatı katını tutmuşlardı. Düğünün ertesi günü evimize döndük. İlk defa gördüğüm evimiz hiç de hoşuma gitmemişti. Basık tavanlı bir odasında tahta bir masa ile bir iki tahta sandalye, diğerinde ise yatak olarak geniş bir somya ve kırmızı bir yorgan, bir de komodin. Nişanlıyken, mektuplaşmaya başladığımız zaman Sabahattin bir mektubunda özür diliyor, yüz görümlüğü takamayacağını, ilerde bana istediğim her şeyi yapmak istediğini, annemi de ikna etmemi yazıyordu. Bu dönüş annem için iç açıcı olmadı, ama ben aldırmıyordum, çünkü samanlığın seyran olacağını sanıyordum. Salih Beylerin o güzel evinden ayrıldıktan sonra böyle bir yuva hayal etmemiştim. O gece müthiş bir tahtakurusu hücumuna uğradık. ( ... ) Hayatımızdan günler, haftalar ve aylar geçmeye başladı. Sabahattin, Almanya'dan dönerken oldukça yüklü kitapla dönmüştü. İki oda olan evimizde çatının bittiği yerde içinde ayakta durulamayan odamsı bir yer vardı. Kitapları, mecmuaları ve Almanya'dan getirdiği birtakım resimleri oraya yerleştirdi. ( ... ) Vakit vakit o odaya girer, kitapları karıştırır, her zaman çok kitap okurdu. Tuvalette, parkta, konuşmadığı her yerde. Evliliğin yol açtığı sıkıntı ve yoksunluklara karşın, Sabahattin Ali mutluydu. Eşini çok seviyordu. O kadar ki, bir gün arkadaşı Melahat (Togar) Hanım ve kocası Mesut Bey'le yemek yerken, gülerek, "Yine aşığım!" demişti. "Bu kez karıma." Mümeyyizlik kadrosu kaldırılınca, Sabahattin Ali, 25 Haziran 1935'te -Saffet Arıkan'ın bakanlığı sırasında- Neşriyat Dairesi ikinci sınıf kalembaşılığına nakledildi. Ayrıca, aynı dönemde, ek görev olarak 40 lira aylıkla Ankara İkinci Ortaokul'da Almanca öğretmenliğinde bulundu. 1936'da "Alı" soyadını aldı, ama kullanmadı. 1936 Kasımı ile 1937 Ocağı arasında Tan'da Kuyucaklı Yusuf tefrika edildi. 1937 başında askere çağrıldı. Eşiyle İstanbul'a geldi. Çünkü o zaman yedek subay okulu İstanbul'da Harbiye'de idi. Sabahattin Ali okulda nakliye taburunda iki ay er, altı ay öğrenci olarak eğitim gördü. Aliye Hanımı Pangaltı'da Bilezikçi sokağında bir eve yerleştirdi. Niyazi Ağırnaslı, Hüseyin Naili Kubalı ve Bülent Nuri Esen de yedek subay öğrencisi idiler. Sabahattin Ali çavuş çıkarılacağını duyunca hemen Ankara'ya gitti. Saffet Arıkan ile Afet İnan'ın yardımlarını sağladı. 30 Eylül 1937'de Filiz doğdu. Kızı yedi aylık iken, 1 938 kışında yedek subay olarak Eskişehir’e gönderildi. Ailesini de birlikte götürdü. Aşağı yukarı altı ay kadar orada kaldılar. Terhisten sonra Ankara'ya döndüler. Sabahattin Ali, 3 Aralık 1938'de Musiki Muallim Mektebi Türkçe öğretmenliğine atandı. Ankara'da Kızılay Karanfil sokakta Kıbrıslı Salih Bey'in apartımanında iki odalı bir çatı katında oturuyordu. Alt katta da Muvaffak Şeref kalıyordu. Bir süre sonra tanışıp arkadaş oldular. 1939 Nisanı ile Haziranı arasında İçimizdeki Şeytan romanı Ulus gazetesinde yayımlandı. O sıra Ulus'ta çalışan Mehmed Kemal anlatıyor: "Sabahattin Ali gazeteye romanının tümünü vermediği için gelir, ardını gazetede yazardı. Bir masaya oturur, önüne bol bol müsvedde kağıdı alır, dolma kalemle tefrikasını tamamlardı. Yazarken sür'atli çalışır, çevresindekilere aldırmazdı. Yazısını daha çok Nurettin Artam, Hikmet Turan, Ahmet Şükrü Esmer'in çalıştıkları odada yazardı. Gözlerimin önünde Sabahattin Ali'nin güleç yüzü, çalçene konuşmaları, küçük büyük tanımaz şakaları geçiyor.'
·
197 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.