ağrıyan akıllara şiir devadır...Dönüp dönüp tavaf ettiğim şiirler vardır benim, tekrar tekrar yollarına döküldüğüm şairler, içinden çıkamadığım, çıkmak da istemediğim dizeler. İyi ki varlar, şimdi Veysi Erdoğan ve şiirleri de eklendi onlara.
Kitap masada beklerken başlık bana baktı bir zaman, bir zaman ben cümleye: Kendimden Biri Değilim... Dedim, binlerce yıllık varoluş sancısı demek ki... Çetrefil geldi dili başlangıçta, öyle hemen nüfuz edemedik şiir bana ben şiire... Okudukça, tekrar tekrar okudukça bir pencere açıldı usul usul...
Kolay değil dili bu şiirlerin.Gündeliğin dışından, ötelerden bir yerden sesleniyor Erdoğan'ın dizeleri. Mezopotamya'nın kadim kültüründen, mitolojiden, felsefeden beslenen bir söylem bu. Etrafımızı kuşatan içi boş, yavan sözcüklerin gürültüsünden arındırıyor o sebepten. Atlar koşturuyor yelelerini savurarak, binbir çiçek filizleniyor, sular büyüyerek akıyor, ağacın özsuyu gövdesine yürüyor; dağ taş börtü böcek, bütün muhteşemliğiyle yeryüzü konuşuyor bu şiirlerde.
Erdoğan'ın şiirlerini pek çok şekilde yorumlamak mümkün. Evrenin bir parçası olarak insanın tüm varlıklarla bütünlüğü hissedilebilir okurken. Yaprakla, yıldızla, suyla, ağaçla... aynı kumaştan olduğumuz gerçeğiyle yüzleşilebilir. Yahut yeryüzünün muhteşemliği yanındaki eksikliğimiz vurulabilir yüzümüze. Theodor Adorno demişti: "insani olan her şeyden arınmış bir doğa karşısında özne de kendi önemsizliğinin farkına varır." Bu bakış açısı doğanın yüceliği önünde insanın kusur kalışının mahcubiyetidir. Ölümlü olduğunun farkında olarak yaşayan yegane canlı olarak eksiktir insan. Yaprak açar, tohum filizlenir, kedi kıvrılır yatar... bilme'nin yükünü taşımaz doğa. Oysa insan deşer durur kendi varoluşunu. "insan öldüğü günü unutmaz, bildim" diyor şair...
Farkındalığının yükünü taşımakla kalsa iyi, bilgisiyle kendi türünü de tüm yeryüzünü de öldürür, yaralar, tahakküm altına da alır insan. "odur dünya bir mezarlığa doğru gidiyor" derken, "kurtuluş yok" derken, "kaybolmak sonsuzdur insan hep mağlup" derken, ayıbımızı kusurumuzu yüzümüze vuruyor.
Veysi Erdoğan, kendi'nde insan'ın insan'da kendi'nin eksikliğini, bir kusur bir hata oluşunu, hiçliğini söylüyor durmadan. Bunu yaparken dil, üslup, biçim yönünden de hakkını veriyor şiirin.
Aklın Azabı/Birhan Keskin Şiirinde Hatıra Medeniyeti kitabıyla tanımıştım kendisini. Boşuna değil Erdoğan'ın Keskin'e eğilmesi. "işte dünya kapısı, işte dünya kederi/ister dağının gölgesinde dur/ister incirin neşesine vur/ağrı kendini ve tamamla" demişti O da. Veysi Erdoğan benzer bir yerden sesleniyor, o çok eski varlık ağrısından. "sonu varmak olmayan" bir yola çağırıyor, tamamlanamayacak oluşumuzla yüzleştiriyor, "olmak yoktur, sökülür kumaş, varoluş hep kanar" diyor ve "devrilir 'insan'" diyerek 'nokta'lıyor kitabını.
Okuyanı bol olsun dilerim.
"insan kusurundan ilim öğrenir" diyor şair; öğrendiğim odur ki :
"sen kendinin çırağısın bu gövdede
istesen de olmayacaksın istemesen de"