Tek kelimeyle harika bir Jack London kitabı Deniz Kurdu. Betimlemeleriyle, gerçekçiliğiyle olaylara dalıyorsunuz. O kadar çok şey öğreniyorsunuz ki, bununla ilgili ben hiçbir şey bilmiyormuşum diyorsunuz. Kitap, düşündürüyor, araştırmaya, sorgulamaya sevk ediyor ve yeni ilgi alanları açıyor.
Bazı kavram ve terimlerden kaynaklı olarak dili ağır gelebilir ama aslında bu kavram ve terimlerle daha zevkli ve öğretici oluyor ki, zaten akıcı ve sürükleyiciliği ile gayet rahat okunuyor. Karakterleri yine aynı şekilde kendine has nitelikleriyle, özgünlüğüyle harika. Sahip olmak, sahip ol(a)mamak, çalışmak, çalış(a)mamak arasındaki ince çizgiye götürüyor bizi.
Ben, ben ve ben; sadece ben diyen bir insan düşünün. Ne dürüstlük ne doğruluk ne ahlak ne ne merhamet ve ne vicdan. Bunların hiçbiri yok o insanda. En büyüğü, en akıllısı, en güçlüsü benim, bu dünyada sadece benim doğrularım, benim inançlarım geçerlidir diyen bir insan. Ve siz bu insanın emir ve buyrukları altındasınız. Tek başınıza, koskacaman, fırtınalı, dalgalı, ıssız, sessiz ve derin bir denizin ortasında bu insanın yanında. Her şeyin farkında olduğunu zanneden ama aslında hiçbir şeyin farkında olmayan tehlikeli bir insanın yanındasınız. Ne hissedersiniz? Deniz Kurdunu okuduğunuzda tüyleriniz diken diken hissedersiniz, neler neler hem de... En tehlikelisi de, bu insana alıştığınızı bir düşünün, gittikçe ona benzediğinizi.
İçinde bulunduğumuz zamanda bile görüyoruz. Ahlak yoksunu insanlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Ve gittikçe de onlara benziyoruz, onların yolundan gidiyoruz önce istemsizce sonra alışmış olarak.. Tüm bu, güya yükselişlerin bir düşüşü de var elbette, Kurt Larsen gibi. Hep bilinegelmiş, hep görülmüştür büyük balık küçük balığı yer. Ve bununla övünür, övünür; burnunun ucundaki oltayı göremez, takılır oltaya.
Diyor ya Ömer Hayyam,
"Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
Ergeç kuyusunu kazar herkesin
Tut ki, Nuh kadar yaşadın zorbela
Sonunda yok olacak sen değil misin?"