Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

286 syf.
·
Puan vermedi
Hayat güldürdü de biz mi gülmedik?" |237 :)
"Eğer okuduğumuz kitap bizi kafamızın ortasına inen bir yumruk gibi sarsmıyorsa, niye boşuna okuyalım ki? Bizi mutlu etsin diye mi? Tanrım! Mutlu olmak için kitap okuyorsak hiç kitabımız olmasın daha iyi; bizi mutlu eden o kitapları yeri geldiğinde kendimiz bile yazabiliriz. Bizi yıkıma uğratan ve derin bir kedere boğan kitaplar okumalıyız; öyle ki bir kitap, kendimizden daha çok sevdiğimiz birinin ölümüne tanık olmuş kadar, ormana sürgün edilip herkesten uzaklaşmış kadar etkilemeli bizi. Bir kitap, İçimizdeki donmuş denizin ortasına inen bir balta olmalıdır..."                                           • Franz Kafka "Kitap okumanın muazzam özelliklerinden birisi, insanlarda empati duygusunu güçlendirmesi. Okuduğunuz karakterlerle kendinizi özdeşleştirmeniz, onunla empati kurmanız bu duygumuzu güçlendiriyor."                Öncelikle Merhaba!                      Umarım iyisinizdir?... :) Kelimelerimin ve cümlelerimin  çıkacağı bu uzun yolculukta bana eşlik edeceğiniz için teşekkür etmeyi kendime borç bilip, teşekkür ederim. Ve heyecan birazcıkta korkarak  yazıma başlamak istiyorum. İyi okumalar... ° Kırmızı oda ve Masumlar Apartmanı ile tanıştıktan sonra keşfettiğim yazarın, okuduğum: "Madalyonun İçi: Bir Psikiyatrin Not Defterinden ve Günahın Üç Rengi: Madalyonun Öteki Yüzü" kitaplarını bir bütün olarak ele alıp, incelememi de o şekilde anlatmaya çalışacağım. Umarım kendimi ve kelimelerim  doğru bir şekilde seçer ve size de o şekilde aktarabilirim. Sürç-i lisanda da bulunursam eğer hoşgörünüzü ve anlayışınızla karşılaşmam dileğiyle. (...) Gerçek hayattan alınan hikayeler hep çok ilgimi çekmiştir... Okuduğum bu kitaplarda çok daha fazlası var; kişiye en güzel şekilde ayna tutup, çevremizdeki insanları daha iyi fark etmemiz için bir neden teşkil ediyor gibi, kanaatimce. (....) °           ■Günahın Üç Yüzü    (Madalyonun Öteki Yüzü)■ İlk olarak bu kitabı ele almak istiyorum. Yazar bu kitabında temelde üç hikâyeden oluşan üç başlağı konu alıyor. Üç danışan üzerinden ilerleyen kitapta toplumda tabu olan meseleleri ( hayat kadını, eşcinsellik ve mazoşizm) ele alan yazar, seansların içeriklerini ilk kitabına göre daha ayrıntılı bir şekilde anlatmış ve seanslar boyunca kendi içinden geçenleri ve terapi sürecini nerede, nasıl yönlendireceğini oldukça açıklayıcı bir şekilde ifade etmiş. Ayrıca Gülseren Budayıcıoğlu'nun kendi hayatına dair de anektodlar da bulunabilecek bir eser. Yazarın diğer okuduğum kitabı gibi oldukça akıcı ve sade bir üslûp ile kaleme alınmış.... ■   Kitabın ismi "Günahın Üç Yüzü" (....) Doktor hanım, neden kitaba bu ismi uygun görmüş, diye düşünebilirsiniz. Kitabın isminin "Günahın Üç Yüzü" olmasında yazar bizzat kendi düşüncesinin o doğrultuda olmasından vermemiştir tabiî. Danışanların içinde bulundukları durumu kendi perspektifleriyle (açılarıyla) kendilerini yargılamaları ve kendilerini günahkâr olarak yaftalamaları sonucu bu ismi tercih etmiş. Kısacası günah olduğunu düşündüğü için değil; danışanların kendilerini günahkar olarak gördüğü için kitabına bu ismi vermiş Vakit ayırıp kitabı okuduktan sonra aslında danışanların kendini Günahkar olarak saymalarının ne kadar doğru ya da ne kadar yanlış olduğunu sorgulayabilirsiniz. ° - Her danışanın bir neden-sonuç ilişikisi var. ( Kitabı okuduktan sonra ne demek istediğimi daha daha iyi bi' şekilde anlayacaksınız.) Kitaptan Alıntı: “Çocukken beni kucağına bile almayan annem, şimdi dizi­min dibinden ayrılmıyor. Her gün eli üzerimde. Bunu istemi­yorum!... Beni sevmesinden, bana hizmet etmesinden, geceleri yolumu beklemesinden nefret ediyorum!... Beklemesin beni!... Hizmet etmesin bana!... ikide bir çarşaflarımı değiştirmesin!... Temiz artık onlar, temiz!...” Salih var gücüyle karşımda bağırıp çağırıyor. Dominanın ayakları altında sürünmeden, onca acıyı çekmeden, aşağılanma­dan bir türlü ortaya çıkamayan erkek Salih, şimdi tüm haşmetiyle karşımda. Öfkenin dozu giderek artıyor, öfke arttıkça, oklar sa­nırım gerçek sahibine, yani anneye doğru dönecek. “Domina beni ayaklarının altında ezerken, kamçının bana değmeden önce çıkardığı ıslık gibi ses kulaklarımda yankılanırken, acıdan yılan gibi yerlerde kıvranırken, keşke yanımda ol­sa!... Baksa bana, görse beni!.. |Sayfa, 190 • Bu bölümü okuduğumda çok etkilenmiş ve üzülmüştüm. Beni derinden etkilemişti. Annesi oğlunun neler yaşayacağını bilseydi gene böyle davranır mıydı, acaba? Sanmıyorum; hiçbir anne çocuğunun kılına dâhi zarar gelsin istemez. Bilmedende olsa insanlar insanlara kötülük edebiliyor maalesef. • Ruhumuz bazen hayatımızın bir yerlerinde takılır kalır,” |Sayfa 237 • Yani ölümle dalga geçiyorsunuz.” “Hayır, dalga geçmiyoruz, dans ediyoruz onunla. |156. • Bu alıntıyı yaptığım bölümü okurken dehşete kapılarak okudum açıkça. Zirâ bir insan nasıl olurda sırf zevk almak için boğazına bir urgan geçirir ki, değil mi ama? Üstelik bunun ölümle sonuçlanacağını bile bile. Bilmiyorum, benim için oldukça dehşet verici ve ütopik bir şeymiş gibi geldi.. Hem hangimizin hayatı dört dörtlük ki hepimizin elbette dertleri, sıkıntıları var. Dertsiz bir gönül var mıdır, acaba? Hayat da tam olarak bu demek değil midir, zaten? Her şeye rağmen rüzgâra karşı dik durmak... ● Nefes almak ve yaşamak bana sunulmuş büyük bir mükâfatmış gibi gelmiştir her zaman. Üzüldüğümde ya da bir çıkmaza girdiğimde kendi kendime sürekli şunu hatırlatırım: "Her şeyin bir çaresi vardır, yalnızca ölümün bir çaresi yoktur. Topla kendini ve bir yol düşün!" O yüzden acıdan hâz duymaları benim garibime gitmişti. Ve dehşet verici bulmuştum. Bu bir örnekti ama daha neler neler var. Bu kadar spoiler yeterli gibi... :) (...) Bir de Şevket amca vardı. Ah Şevket amca, seni de hiç unutmayacağım. Doktor hanımın betimlemesiyle  zihnimde ayan-beyan canlandırdığım insan. Senin için gerçekleri kabul etmenin ve Doktor hanımın iki dudağının arasından çıkan o cümlelerin seni nasıl derinden etkilediğini, nasıl dehlizlerde savrulduğunu hiçbir zaman unutamayacağım, galiba. (...) * Bu kitap için bu incelemeyi noktalıyorum. Zirâ ben ne kadar çok şey yazarsam yazayım, anlatırsam anlatayım; kişinin kendisinin okuması ve hissetmesinin yerini tutamaz elbet. Sözümü burda kesip, diğer kitaba yani incelememe geçiyorum, izninizle.             ■Madalyonun İçi: Bir Psikiyatrin Not Defterinden■ Gülseren Budayıcıoğlu'nun değişik nedenlerle başvuran hastalarının hikâyelerini belli bir olay örgüsü içinde akıcı bir dil ve üslûp ile ele aldığı kitaptır. Panik atak yaşayan bir iş adamı, çok temiz olmak için evlerini çöp apartmana çeviren üç kız kardeş, radyo ve televizyondaki tüm şarkıların kendisi için çalındığını zanneden genç bir kız, ölümcül bir hastalığa yakalanmış genç bir bankacı, kendini peygamber ilan eden bir tıp öğrenci ve daha birçok insanın hikayesini bölüm bölüm anlatmıştır. Kitabın aralarında kendi hayatıyla ilgili yazdıkları sâyesinde tanıdık biriyle konuşuyor, deneyimlerini dinliyor gibi hissedebilirsiniz.. • Bu kitapların öncülü ise Irvin Yalom sayılır gibi, o başlatmış bu terapi notlarını kağıda dökme hâdisesini. Psikolojik sorunu olan insanlar onları okuyan biz normal(!) insanlar için avunma nedeni oluyor. Bu da insanın vahşi taraflarından biridir bu arada, kendinden daha kötü durumda olanın haline bakıp şükretme olarak da temize çıkarıyoruz bu durumu. Aynı nedenden ‘’yakın arkadaşlar’’ bile birbirlerinin dertlerini hevesle dinler de, mutluluklarına ortak olamaz pek. Nietzsche’nin uçurum sözünü anımsadım okurken. Tuhaf tuhaf takıntılar bir süre sonra beni de etkileyecek diye korktum. Özellikle kadınlarda ailede başlayan şiddet, taciz, insan yerine konulmama gibi şeyler ortak payda gibiydi... Pek çok ruhsal rahatsızlığın temelinde yalnızlık, aile ve çocukluk döneminde yaşanan ya da yaşanmayanlar yatıyor gibi. Yine de okumak lazım, cesaret işi. :) ● Yalnızdım. Çok çabaladım ama olmadı. İnsanlar iyiyi değil kö­tüyü istiyorlar. Ailem hep iyi çocuk olmamı istedi. Ama arkadaşla­rım o iyi çocuğu hiç sevmediler. Beni sürekli kötü olmaya teşvik etti­ler. Çok uğraştım ama kötü olamadım. Sonunda kötü taklidi yapmaya başladım. |Sayfa60 ● Yiğit'in hikâyesi beni oldukça etkiledi aslında. Nedeni ise insanların kendilerini ifâde edebilmek, öne çıkmak arzusuyla doğru bildikleri yanlışları bilerek isteyerek yapması oldukça garibime gitmişti. O yüzden benim de bu konu üzerinde oldukça sorgulamama ve hülasa etmeme neden oldu diyebilirim... Ailesi tarafından öğrendiği doğrular arkadaşları arasında pek makûl görülmüyor idi. Arkadaş ortamında, arkadaşları ona kendi bildikleri yanlış olan doğruları kabullenmesi için diretiyorlardı da diyebiliriz. Diretmek dediysem eğer yanlış anlaşılmasın; zorlama yok ama hangi insan 'yalnız' kalmak ister ki? Yalnız kalmamak için önüne sunulan yanlış olan doğruları yapması (kabul etmesi) diretme değil midir?... Bir alıntı vardı kitapta yanlış hatırlamıyorsam: "İnsan ruhu yalnızlığı sevmez. Yasalar bile insana en ağır ce­zayı onu hücreye kapatıp yalnız bırakarak verirler." ● Ve sonra şöyle diyordu Yiğit: Artık yalnız değildim ama kötüydüm. İşte ilk o zaman içimdeki kavga başladı. İyi ile Kötü' nün kavgası. (...) ● Alıntı: "Hani bir şarkı var. "Herkes kendi kaderini yaşar," diye. Benim kaderim kötüymüş demek. — Öyle mi, bugüne kadar çok keyifli ve huzurlu yaşamışsınız. Bu çok önemli, değil mi? — Öyle ama çok kısa. — Kelebeğin ömrü ne kadar biliyor musunuz? — Bilmem, azdır herhalde. — Yirmi dört saat en fazla. Kelebek, ne güzel olduğunu ne de öm­rünün kısalığım biliyor. Kısacık ömrünü gerektiği biçimde yaşıyor sa­dece." Bu alıntı kitapta çok beğendiğim alıntılardan biriydi; incelememde mutlaka yerini almalı diye düşündüm. :) • Son olarak da benimde kitapta sorguladığım ve üzerine düşündüğüm bir alıntıyı paylaşıyorum. Bir insan günahıyla da sevilebilir mi? — Günahsız insan var mıdır acaba? Hepimizin yaşamımız boyun­ca mutlaka yanlışları olmuştur. — "Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni."                          :) ° Evet! Sona yaklaştık. Bu iki kitapta yaşanmışlıklar yer aldığı için beni gerçekten çok derinden etkiledi. O yüzden kaleme almak istedim, birazda yüreğimdeki ağırlıktan kurtulmak ve hafifletmek istedim galiba. Zira sayfalar buram buram yaşanmış anılar kokuyordu. (...) Son zamanlarda insanlar oldukça tahammülsüzleşti. Kimse kimseyi duymuyor, anlamıyor ya da anlamaya çalışmıyor bile. Empati kurmak ise hâk getire. :) Peygamber efendimizin (s.a.v) bir sözü vardı: "Kalbini yarıp baktın mı,..." Bu sözü sürekli kendime hatırlatıp dururum. Zirâ kimse hakkında peşin hükümlü olmak istemem, keza kimseninde benim hakkımda peşin hükümlü olmasını istemiyorum. :)   Karşılaştığımız her insana iyi ve anlayışlı bir şekilde yaklaşmalıyız. Zira onun dünyasında neler olup bittiğini bilmiyoruz, limanında kaç gemi battığını ya da bahçesinde kaç çiçek açtığını bilmiyoruz. O yüzden sadece anlayış, bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum. * Bazen bir kişiyi kurtarmak, bütün dünyayı kurtarmak gibidir. "Unutmamalıyız ki sevgi iyileştirir." Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen Şeyh Gâlib (Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.) Kendinize iyi davranın güzel insanlar. :) youtu.be/BpcC0_Ln-f8
Günahın Üç Rengi
Günahın Üç RengiGülseren Budayıcıoğlu · Remzi Kitabevi · 201314bin okunma
·
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.