Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

214 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Dee, sizin gibi yabanın biriydi
Bazı kitaplara inceleme yazmakta cidden zorlanıyorum buda o kitaplardan birisi... Roman, Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale cephesinde sağ kolunu yitirmiş, ihtiyat zabiti (yedek subay), "paşa çocuğu" Ahmet Celal’in hayatla, kendisiyle, Anadolu ile yüzleşmesini anılarını yazdığı bir defter vasıtası ile bize anlatıyor. Hal böyle olunca da şehirli “aydını” ile köy insanı arasındaki kapanmaz fikir ayrılıklarına her sayfada rastlıyoruz. Ana karakter köy halkı için bir yaban olmaktan bir adım ileriye gidemezken, şehirli gazimiz için de köy halkı bir avuç cahil insan topluluğu olmaktan ileriye geçemiyor. Ne diyor Ahmet Celal: “Aramızda asırlık mesafeler var.” Romanın konusu aslında iki planda işleniyor. Ahmet Celal'in köydeki yaşamını anlatan olaylar ilk etapta ön planda tutulurken arka planda milli mücadeleye ait gelişmeler veriliyor. İlerleyen bölümlerde milli mücadele ile ilgili gelişmeler arka plandan ön plana doğru geliyor. Aynı zamanda eserde Ahmet Celal'in huzursuz hallerine siz de ortak oluyorsunuz adeta. Bunun nedeni yazarın o ortamın kasvetini sıkıcılığını ve Anadolu insanının olaylara bakış açısında ki sığlığını çokça dile getirmesi gibi gözüküyor. Kitapta Anadolu bize öğretilenin çok dışında, kıraç, boz, sevimsiz bir toprak parçası olarak anlatılmakta, onun bu kuraklığı, insanlarına da duygusuz, tepkisiz, ilkel insan ile hayvan arası bir karakterle yansımıştır. Bu halk topraklarının işgal edilmesine, hatta ırzına, namusuna tecavüz edilmesine karşı kayıtsız, bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düsturu ile yaşamakta, etrafında yaşanan harbe sağır ve dilsiz kalmaktadır. Ahmet Celal gazetelerden heyecanla savaşı takip etmekte, köylüyle paylaşmaktadır, ancak onu dehşete düşürecek biçimde sanki son derece soyut kavramlardan bahsediyormuşçasına, köylünün tek derdi tekrar askere gitmemektir. Bu umursamaz halk, köylerine kadar gelen top gülle seslerine, ‘ama bize ilişmiyorlar’ diyebilecek kadar ülkenin başına çöken kara bulutların farkında değildir aslında. Köy halkının bu ilgisizliği Ahmet Celal’in çokça sinini bozsada hatta zaman zaman köy halkından bir kaç kişiyi dövsede onların düşüncelerini değiştirmekte pek etkin bir rol oynayamaz hatta bazı bazı onlara benzemeye başladığı bile olur. Yazar, bu durumu o denli iyi vurgulamış ki, okurken bu insanlara karşı içinizde öfke oluşması kuvvetle muhtemel . Bunun yanı sıra zaman zaman özellikle Ahmet Celal’in aydınlanma anlarında, köylüyü bu halde, hem bedensel hem de zihinsel olarak aç bırakan, cehaleti belki de işine geldiği için besleyen Osmanlı’ya da kızmanız olası. Anadolu insanını özetleyen, en çarpıcı paragraflardan birini alıntılamanın daha etkili bir açıklama olacağı kanısındayım : “Şimdi ne görüyorum? Anadolu...Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.” Yazar, buradaki tezlerini romandaki, tiplerle neredeyse tek tek ortaya koymuş. Mallarına zarar gelmesin diye düşmanla işbirliği yapan ağa, düşmana yol gösteren imam, meczup Süleyman ve onun oynak karısı Cennet. Kitap köylü aleyhtarlığı yapıldığı için eleştirilmiş ki yazarın dilinin sert ve sivri olduğunu söyleyebilirim lakin köylerimiz gelişmediyse, geri kaldıysa, köylülerimiz sıkıntılar çektiyse “kabahat bizde” diyen adamı niye yargılayayım? Fakat şunuda göz ardı etmemek gerekir ki, "bunların sebebi sensin" diyerek suçu yalnızca Türk aydınının üzerine atmak çok adil bir yaklaşım olmasa gerek. Çünkü Türk aydını yalnızca 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başının eseridir. Bu suçu paylaştırma konusunda Nazım Hikmet’in şu dizeleri daha gerçekçi gibi görünmekte bana : “Kabahat senin demeye de dilim varmıyor ama Kabahatin çoğu senin be canım kardeşim...”
Yaban
YabanYakup Kadri Karaosmanoğlu · İletişim Yayınları · 202144,3bin okunma
··
276 görüntüleme
Murat Ç okurunun profil resmi
Öncelikle yazarken zorlanmış olabilirsiniz fakat inceleme gayet tadında ve kitabın bize aktardığı tespitleri öne çıkaran bir inceleme olmuş. Osmanlı toplumunun elbette büyük suçu vardır lakin bu konu uzun, hiç girmeyeyim. Günümüz aydını ne yapıyor ki, geçmişin aydın olmayan aydını ne yapsın sorusunu ortaya atarsak işin içinden çıkamayız. 18 ve 19. Yüzyıl elbette biraz kıpraştırmıştır yazanı da çizeni de ama yetmemiş, yetmediği gibi millet değil ümmete sığındığı için birey olamamış, korkmuş, ürkmüş, herhangi bir şey ortaya koyamamış, bu yüzdende baskıya yenilmiş, açlık ve sefalete avuç açmış, bununla birlikte yoksullukla şükretmeyi yan yana koyup kendisine bir yaşam sunmuş. Yakup Kadri'nin panoraması yazıldığı yıla baktığımızda, pek benzeri olmayan gerçekçi tespitler sunuyor. Köyün ve köylünün yaşamı sefalet üzerineyken, diğer tarafta bambaşka bir yaşam bize bakıyor. Elinize sağlık.
Xyz okurunun profil resmi
👏👏👏
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.