Onlar da benliklerinin çoklu olduğunu düşünüyorlardı; benliklerinden biri çocuklarının babası, diğeri ebeveynlerinin çocuğuydu; işverenlerinin karşısında, evde karılarının yanında oldukları zamanlardan farklı davrandıklarını biliyorlardı; kısacası, tıpkı kendisi gibi, onlar da içinden çoğulluk fışkıran benlik çuvallarıydı. O halde, hükmeden ve hükmedilenler arasında elzem bir fark yok muydu? Bu noktada, başlangıçtaki soru, yeni ve ürkütücü bir biçim alarak tekrar ileri sürdü kendini: Çok benlikli tebaası kendileri hakkında çoğul değil de tekil şahıs zamiriyle düşünmeyi başarabiliyorsa, o da "biz" değil de bir "ben" olabilir miydi?