Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

kaldırım çocukları..:
“Şapkamın kenarını gözlerimin üstüne indirdim, pardösümün geniş eteklerini bir harmaniye gibi vücuduma sımsıkı doladım, ellerimi divan durur gibi önümde kavuşturdum, kendi kendime sarıldım ve yürüdüm. “Gece yarısından sonra üçüncü saat. “Beyoğlu kaldırımlarındayım. Ağır ağır yürüyorum. Caddenin kenar çizgileri bir makas ağzı gibi açılarak bana doğru geliyorlar. Ara sıra sendeliyorum. Bir tespihin taneleri gibi havaya dizili ışıklar, ben sendeledikçe, sallanıyorlar; bazı tespih kopuyor ve taneler düşüyor. Duvarlara çarpıyorum. Söylemeğe ne hacet? Sarhoşum. “Duvarlara, sersemlere, sarhoşlara ve uyku sersemlerine çarpıyorum. “Ne yürüyüş, enfes! Ben, gece yarısı, kaldırımlara bayılırım. Gece yarısı kaldırımların hürriyetine, kimsesizliğine vurgunum. Ben de kimsesiz ve hürüm, ben de kaldırım çocuğuyum. “Hey! Bütün hayatım onların üstünde geçti, onların, kaldırımların üstünde, bütün hülyalarımı onların üstünde kurdum; o hülyalar ki hiç biri olmadı; fakat ben severim onları, kaldırımları. “Onların üstünde evimde gibiyim. Gelip geçen bütün insanlar misafirimdirler, sanki bahçemde geziyorlar. Bütün dükkânlar ve binalar kendi malım. Ve onları veriyorum, isteyenlere, hırslılara ve mal düşkünlerine. Bana yalnız kaldırımları bıraksınlar, yetişir. “Gece yarısından sonra yoldaşlarım pek kibar şeyler değillerdir; arabacılar, şoförler, sefiller ve köpekler. “Gece yarısından sonra kaldırımlarda uyumak için kuru bir parça yer arayan etsiz ve tüysüz, kuyrukları bile tüysüz, vücutları uzun ve karınları çukur, sıska ve sessiz, filozof ve mütevekkil, aç ve yorgun köpekleri bilir misiniz? Onları ben pek iyi tanırım, onların hayatı benim hayatımdır ve bu en güzel hayattır, inanınız. “İnanınız ki en cesur yaşayan biziz; üç büyük korku bizde yoktur: Sefalet, hastalık, ölüm korkusu. Bu en büyük üç zaaftan kurtulduk. Biz, kaldırım çocukları ve kaldırım köpekleri, insanların ve hayvanların en kuvvetlisiyiz. Ölümden korkmuyoruz ki hastalıktan korkalım, hastalıktan korkmuyoruz ki sefaletten korkalım, sefaletten korkmuyoruz ki, dolgun bir karın sıvamak ihtiyacıyla hâmilerimizin önünde elpençe divan duralım ve onlara “Afiyeti devletiniz nasıldır efendim?” diye soralım. “Biz kendi kendimize sorarız: “- Afiyeti devletiniz nasıldır efendimiz? “Ve kendi kendimize cevap veririz: “- Hey öyle, hep öyle, hep öyle! “Hep öyle ne demek? “İyi mi? Fena mı? Bilmiyoruz. İyi olmadık ki fena olup olmadığımızı bilelim. Demek fena da değiliz. Fena olmamak iyidir, öyle ise iyi gibiyiz. İyi veya fena, biz hürüz. “Gece yarısı kaldırımların üstünde esen hürriyetin rüzgârıdır. “Ah, biz o rüzgârı severiz; bin bir ihtiyaçla yüzleri yanan kaldırım çocukları, o rüzgârla hırslarımızı soğuturuz. “Hey! Kaldırımların üstünde ne güzel bağrılır ve şarkı söylenir; kaldırımların üstünde ne güzel yıldızlara bakılır: arkadaşlarla ne coşkun kahkahalar fırlatılır ve yalnızken ve ağır ağır yürürken, için için ne güzel ağlanır! “Yağmurlu havalarda kaldırımlar ne güzeldirler, rugan gibi parlarlar. Orada gölgemizi görürüz, ruhumuzu sürükleyen iskeletimizin gölgesini; ve ıslanmak ne iyidir, harap olmak, sırılsıklam ve karmakarışık, vıcık vıcık, büzülmüş, tortop, allak bullak ve perişan olmak. “Kaldırımlarda ayaklar boş ve baş doludur. Baş… Ah... Başımız. Biz, kaldırım çocuklarının başı... Orada nağmeler ve mısralar, hayaller ve resimler, hatıralar ve ümitler doludur. Öyle hatıralar ki asla tekerrür, öyle ümitler ki asla tahakkuk* etmeyeceklerdir. Bunları biraz hissederiz, bunun için o hatıralarımız ve ümitlerimiz çok azizdirler. “Gece yarısı, kaldırımlarda, yolun sonlarına bakarak her gece bir mucize bekledik. Gök kubbesi veya yeryüzü çatlayacak, kürenin gizli dolaplarından bizim hazinemiz doğacak, diye, bekledik. “Fakat bu hayal de kavuşulan arzular gibi fâni değildir ve mademki asla tahakkuk etmeyecek, ebedîdir. “Mefkûremiz ebedîdir. Kavuşulamayacak mefkûre. Kavuşulacak olduktan sonra mefkûre kendi kendisi olmaktan çıkar. “Kaldırımlar mefkûreye ebedî iştiyakın yataklarıdır. İkisi de uzundur ve namütenahidir; emel ve yol. “Ve böyle yürürüz ve böyle gideriz. “Nereye? “Kim bilir? “Nereye gittiğini kim bilir? “İşe, eve, kadına, hastaya, arkadaşa, anaya, babaya, oğula, vazifeye, iyiliğe, kötülüğe, mefkûreye veya hakikate gidenler, daha ileride nereye gidiyorsunuz? “Yolun başında ve sonunda cahiliz. “Bilmiyoruz. “Ver bir cıgara. Bir tane mi var? Kes yarısını ver. Yakalım. Kibritin alevinde senin ve benim ey kaldırım çocukları sarı, yeşil yüzlerimiz belirip sönüyor. Ah, gözlerimiz... Herkesin bakmaktan korktuğu ve gözlerini kaçırdığı gözlerimiz... “Bir bardak çay içmek için şu elektrikleri göz kamaştıran dükkâna girelim. Orada, bizden birçok insanlar var, bir millet var: Ruslar. İhtilâlden sonra tam bir kaldırım milleti. Ne kadar da benzeşiyoruz! Aziz dilenci arkadaşlar, bir bakışta birbirimizi tanıyoruz. “Bir bardak çay, haydi, yarına kuvvetli çıkmak için bir bardak çay. “Yarın gece gene burdayız, bu kaldırımlarda... “Ve sabahlara kadar... “Ve gene şapkamın kenarını gözlerimin üstüne indirerek, pardösümün geniş eteklerini bir harmaniye gibi vücuduma sımsıkı dolayarak, kendi kendime sarılarak. “Yarın gece. “Ve her gece. “Buradayım, buradayız; ben, sen, o, biz, bütün kaldırım çocukları. “Allahaısmarladık! Yarın gece!”
Bir Tereddüdün Romanı
Bir Tereddüdün Romanı
Peyami Safa
Peyami Safa
·
133 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.