“İnsanoğlu”, diyordu Cornelius Castoriadis 1982’de, “Kaosu kabul edemez, bunu Kaos olarak kabul edemez; Boşluk ile yüzleşemez.” İnsanların bunları kabul edememeleri ve bunlarla yüzleşememeleri “açıklanamaz”, “anlamlandırılamaz”; başka bir şeyin, bir sebebin sonucu olarak temsil edilen bu durumun kendisi, bütün anlam-yaratma telaşlarının ve tüm açıklama çabalarının kaynağı ve sebebidir ve kendisi anlamsız ve açıklanamazdır. Diyebiliriz ki, bu, saf ve “katıksız” olgunun ta kendisidir: İnsanoğlu, asla tam olarak başarılamadığı için hiç bitmeyen bir Kaos’tan kaçma çabası ile vardır; [ve] toplum, toplumsal kurumlar ve rutinler, toplumsal imgeler ve bunların kompozisyonları, toplumsal yapılar ve bunların yönetsel ilkeleri, bütün bunlar işte bu hiç bitmeyen ve durdurak bilmeyen kaçışın façetalarıdır. Diyebiliriz ki, toplum, muazzam ve sürekli bir örtme operasyonudur. Fakat bu kaçışın ortaya çıkarmayı başardığı en iyi şey, üzerini örttüğü Kaos tarafından sürekli olarak parçalanan, yırtılan ve katlanan ince bir düzen naylonudur. Kaos “sürekli olarak iddia edilen içkinliği -verileni, aşina olunanı ve evcilleştirileni— istila ediyor”. Ve bu istila, tıpkı “içkinliğin” kendisi gibi, her ne kadar asla tam olarak evcilleştirilmiş bir olay olmasa da günlük ve aşina bir şeydir; ve kendisini “tamamen yeninin ve radikal başkalığın doğuşu” ve “yıkım, yok etme ve ölüm vasıtası” ile gösterir