Hz. Omer ve Hz. Osman (r.a.), her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerîf'i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi.
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (r.a.), her sabah Mushaf-ı Şerîf'i eline alır, büyük bir tâzîmle öper ve duygulu bir şekilde:
Rabbimin ahdi, Rabbimin apaçık fermanı!” diye bağrına basardı.
(Kettânî, et-Terâtübü'l-idâriyye, II, 196-197)
İkrime (r.a.) Mushaf-ı Şerîf'i alır, yüzüne-gözüne sürerek ağlar ve:
Rabbimin kelâmı! Rabbimin kitabı!” diyerek Cenâb-ı Hakk'a olan tâzîm ve muhabbetini ifade ederdi. (Hâkim, el-Müstedrek, III, 272/5062)
Bu bakımdan, Rabbini gerçekten seven bir mü'min, Kur'an-ı Kerîm'i bir ömür elinde, dilinde, kalbinde ve hayatının merkezinde tutar. Onu gözünün nûru, gönlünün sürûru bilir, başının tacı eder. Böyle mü'minlere de ebedî âlemde yıldızları kıskandıran ziyasıyla nurdan taçlar lütfedileceği, hadîs-i şerîfte şöyle müjdelenmektedir:
"Kim Kur'ân-ı Kerîm'i okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü o kişinin anne ve babasına bir taç giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyadaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Oyleyse Kur'ân-ı Kerîm'le bizzat amel edenin ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” (Ebû Dâvûd, Vitir 14/1453)