Toprağında Sırılsıklam...
Sordu, nasılsın?? Fiziken; iyi, ruhen; "kül eviydi"... İç çekti, Derin bir son nefes daha çekti; içine... Tütün sarılır ya hani... Parmakları sararmıştı tütünden Tek nefeslik miydi bu cigaralar?
“Çok garip değil mi? Bir şeyler oluyor ve bu, tahmin edilemeyecek kadar korkunç bir şey. O anda kalbinin derinliklerine kadar seni yakıyor ve sonsuza kadar geçmeyecek bir şey gibi görünüyor. Ardından yıllar geçiyor ve yaşanmış tüm o şeylerden biri haline geliyor. Sanki eski önemi ya da korkutuculuğu yokmuş gibi .. Geçmişte yaşanmış şeylerden biri haline geliyor, anlıyor musun?”
Reklam
Çelik bilekli biriyle güreşen kimse Gümüş bileğini incitir.
bosna ve aliya
Her yaştan evlatlarının arasında kıyamet sabahını bekleyen Aliya'nın gümüş kubbeli kabri şehitliğin ortasında ışıldarken, zihnimde şu sahne canlanıyordu:14 Ekim 1991'de Yugoslavya Meclisi'nde konuşma yapan Sırp lider Radovan Karadziç'in Müslümanların yok edileceğine dair tehditlerine karşılık, Aliya gayet sakin bir şekilde "Bizi yok etmekle tehdit ediyorlar. Ama bilsinler ki Müslümanlar yok olmayacaktır!" demişti. Yok olmak... Ölüm bir son olmadığına ve biz Müslümanlar da bu dünya için yaşamadığımıza göre, evet binlerce şehit verse de Bosna, Müslümanlar yok olmamıştı işte. Olmayacaktı da. Bunları düşünürken, mezar taşlarını okumayı da sürdürüyordum. Çok gençler de vardı aralarında, çok yaşlılar da. Komutanlar da vardı, kendilerini cephede buluveren sıradan delikanlılar da. Epey görkemli (hatta fotoğraflı) mezarlar da vardı, başına bir taş bile dikilmemiş toprak mezarlar da. Ve taşların hepsinde istisnasız şu ayet yazılıydı: "... Onlara ölüler demeyin; onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız!"
Sayfa 28-29Kitabı okuyor
Ah yıldızlar, gümüş paraları göğün yırtılan kesesinden saçılmış.
Sayfa 41
Ne de olsa sevda başka şeydir Olgun Yaz başağı,güz ayvası Bir ölümsüz lezzet her ısırışta Ömrün en güzel meyvası Bir destanî türkü ki değme gitsin Yaralısı sevdalılarıdan bahseder Bir gümüş kupada üç damla zehir .
Reklam
Eğer bir gün yaşama şansım olsaydı, Gökyüzüne kanat çırpar, rüzgarla dans ederdim. Denizlerin maviliğinde yüzer, dalgalarla şarkı söylerdim, Toprağın kokusunu içime çeker, çiçeklerle konuşurdum. Eğer bir gün yaşama şansım olsaydı, Gün doğumunda güneşin ilk ışığını selamlardım. Yıldız kayarken dilek tutar, ayın gümüş renginde hayal kurardım, Ağaçların gölgesinde kitap okur, kuşların ötüşünü dinlerdim. Eğer bir gün yaşama şansım olsaydı, Sevdiklerime sıkı sıkı sarılır, onları hiç bırakmazdım. Dostlukların değerini bilir, küçük şeylerde mutluluk bulurdum, Her anın kıymetini anlar, zamanı dolu dolu yaşardım.
eviçi
Süzülür odama her sabah erken, Bir gümüş ve yayvan tepside gülen Gözlerinin daha uyku ucunda; En serin su buhar olur avcunda. Ve bir rüya gibi sessiz yürürken Yumuşak zincirini sürüyecekten Avuç içi kadar ufak odamda. Sanki küçük kalbi vurur eşyamda. Her şey yankılanır onun sesinden, Ayırdedilemezken gölgesinden Elinin dokunmuş olduğu şeyler Ürperir, canlanır sanki ve güler. Çiçekleri sularken akşamüstü Bol saçlı başında tembel bir örtü, Yumuşak zincirini sürüyecekten Eski bir şarkıyı tekrarlar, neden: Pencereden selam verir mendilim Senden başka yoktur benim sevgilim ...
TÜRKLER
Çin Elçisi Wang Yen Te’nin Türkistan Seyahati'nden çıkardığım notlar : (Göktürk Devleti Dönemi ) "Bu topraklarda fakir insan yoktur. Onlar ihtiyacı olanlara yemek yardımı yaparlar"". "İnsanlar uzun ömürlüdür. Umumiyetle yüz yaşının üstüne [kadar yaşarlar]." "Genç yaşta ölene hiç rastlanmaz." "Halk
Ve yine bir kişiye nasılsın diye sorulduğunda elhamdülillah diyebiliyorsa hayatı hamd ve şükür ile geçiyor ve güzelleşiyordur.
Reklam
Her şeyden sadeleştik, gıdadan, konuşmamızdan, dostlarımızla geçirmiş olduğumuz zamanın dozajından. Sadeleştikçe insan duruluyor, sakin akan bir su misali..
"Bir bakıma, güzellik de bir tür dehadır; hatta dehadan çok daha üstündür çünkü hiçbir açıklamaya ihtiyaç duymaz. Güzellik, tıpkı güneş ışığı gibi, bahar mevsimi gibi, karanlık sulara aksi vuran, adına ay dediğimiz o gümüş deniz kabuğu gibi bu dünyanın muazzam gerçeklerinden biridir. Sorgulanamaz. Yüceliği ilahidir. Ona sahip olanlara asalet bahşeder. Ah, şimdi gülüyorsunuz ya, güzelliğinizi kaybettiğinizde gülemeyeceksiniz ... Bazıları güzelliğin yüzeysel olduğunu söyler. Belki öyledir ama yine de düşünce kadar yüzeysel olamaz. Benim için güzellik mucizelerin en büyüğüdür. İnsanları dış görünüşlerine göre değerlendirmeyenler sığdır. Bu dünyanın asıl gizemi görünmeyende değil görünendedir ... Tanrılar size lütufkar davranmış.
Nefis öyle bir terbiye oldu ki hiç şükrünü eda edemediğim bir tuzun ne büyük nimet olduğunu görmüştüm.
Biz on yıl veya yüzyıllar öncesinde meydana gelen bir şey hakkında belli malumatlara sahibiz. Ancak evrim teorisinin milyar yıllık hesaplamaları ancak varsayımsal olarak kabul edilebileceği gibi birer bilimsel tahmin niteliğine de sahiptir. Bu nedenle biz evrimin temel dayanaklarını bilgi olarak değil inanç/güven anlamında kabul edebiliriz ki dinler de varoluş sorununda bize benzer şekilde hitap ederler. Dolayısıyla Darwincilik, Dawkins’in öne sürdüğü gibi herkesin kabul etmesi gereken bir bilimsel gerçek değil, ancak inanılması gereken bir yapı konumundadır. Bu noktada Dawkins’in dinin karşısında yeni bir din olarak Darwinizm’i koyduğunu söyleyebiliriz. Bundan başka ona şu sorunun yönetilmesi gayet makul görünür: Madem bizim zihinlerimiz kısıtlı zaman dilimine göre düşünecek şekilde donanmış, evrimi kabul edenlerin zihin yapılarının ne gibi gelişmişliği söz konusu ki bu kadar malumatı ve milyar yıllık zaman dilimiyle ilgili yorumları yapabiliyorlar?
"Ben," dedi, "bir şeye özlem duydum mu, ne yaparım bilir misin? Bir daha hatırlamayacak kadar bıkıp da kurtulmak için yerim, yerim... Ya da tiksintiyle hatırlamak için. Bak bir zamanlar çocukken, kirazlara karşı anlatılmaz bir tutkum vardı. Param olmadığı için azar azar alıyor, yiyor, yine istiyordum. Gece gündüz kiraz düşünürdüm, salyalarım akardı; işkenceydi bu! Günün birinde, kızdım mı, utandım mı, bilmiyorum; baktım ki kirazlar bana istediklerini yaptırıyorlar ve beni rezil ediyorlar, ne plan kurdum bilir misin? Geceleyin yavaşça kalktım, babamın ceplerini yokladım, gümüş bir mecidiye bulup çaldım. Sabah sabah da kalktım, bir bahçeye gidip bir sepet dolusu kiraz satın aldım. Bir çukurun içine oturup başladım yemeye. Yedim, yedim, şiştim, midem bulandı, kustum. Kustum patron. O zamandan beri de kirazlardan kurtuldum; bir daha gözüme görünmelerini bile istemedim. Özgür oldum. Artık kirazlara bakıp şöyle diyordum: Size ihtiyacım yok!.."
Sayfa 226 - Can YayınlarıKitabı okuyor
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.