Ölüm yalın ve basit.Bir o kadar da bu yalınlık ve basitlik içerisinde gizlendiği yerden çıkan dehşet! Giyotin gibi basit ve yine giyotin gibi dehşetli.Ölüm üzerine kurulacak her cümle her zaman eksik kalacaktır.Tıpkı ölmekte olan bir insanın sarıp sarmalayamadığı sevdiğine, gökyüzünden yağmur toplayıp içiremediği çocuğuna hasret kalması gibi eksik.Ölen eksik, kalan eksik!Yazar ilk insandan beri insanlığın çaresizlikle ağıt yaktığı ölümü işliyor kitabında.Hem de dehşet diyebileceğimiz bir ölümü.Cinayet(idamı)i.
Kitapta başlangıçtan sonuna kadar yalın bir anlatım var.Ölüm karşısında dehşet içinde olan bir mahkumdan çok yazarın sesi baskın bir şekilde işitiliyor.Bu durum ölümü(cinayeti) dehşetlikten koparıyor.Yazarın idam hakkındaki düşüncelerinden kopan duygu ifadeleri ölümü yaşayanın bağrından kopan ifadeler olarak yansıtmaktan uzak kalıyor.Hele idamdaki (cinayetteki) dehşet, idamın ritülleri anlatılırken kayboluyor ve yaşanacak ölüm gerçekleşmeden soğuyor.Ta ki idam mahkumunun küçük kızıyla idamından hemen önce son kez buluştuğu ana kadar.İdam mahkumu kızına “Marie!Benim küçük Marie’m! diye seslenip bağrına sıkıca bastırdığında küçük kız hafif bir çığlık atarak “Ah’ Bayım,canımı acıtıyorsunuz!” diyor. Küçük kız babasını tanımıyor.İdamın tüm vahşetinden daha ağır ve daha derin bir dehşet kaplıyor idam mahkumunu.Kafasını bedeninden ayıracak giyotinden daha keskin bir bıçak elle tutulmayan gözle görülmeyen ruhunu ikiye ayırıveriyor.İdam mahkumu çocuğunu dadısına verdikten sonra ölü ruhundan fısıldıyor “Götürün”.