Küçük bir yerde birkaç yüz bini bir araya gelmiş insanlar ,üzerinde toplandıkları toprağı ne kadar bozmaya çalışmış, hiçbir şey yetişmesin diye taşlarla doldurmuş, taşların arasından uç veren otları yolmuş,ortalığı kömür ve petrol dumanına boğmuş, ağaçların orasını burasını kesmiş, tüm hayvanları ve kuşları kaçırmış olsalar da bahar, kentte bile yine bahardı. Güneş ısıtıyordu. Kökünden sökülmemiş otlar, yalnızca bulvarlardaki çimenliklerde değil, kaldırım taşlarının arasında da canlanarak büyüyor ve yeşeriyordu, akağaçlar, kavaklar, kuşkirazları yapışkan ve kokulu yapraklarını çıkarıyordu, ıhlamurların tomurcukları patlamak üzereydi; alacakargalar, serçeler ve güvercinler bahar sevinciyle yuvalarını kurmuşlardı. Karasinekler güneşin ısıttığı duvarların önünde vızıldıyorlardı. Bitkiler de , kuşlar da, böcekler de, çocuklar da neşeliydi.
"Yetişkinler sayılardan çok hoşlanırlar. Onlara yeni bir dostunuzdan söz ederseniz hiçbir zaman en önemli şeyleri sormazlar size. Hiç, 'Sesi nasıl, hangi oyunları sever, kelebek koleksiyonu yapar mı?' demezler. Şöyle sorarlar: 'Kaç yaşında, kaç tane kardeşi var, kaç kilo geliyor, babası kaça para kazanıyor?' Bundan sonra onu tanıdıklarını sanırlar.
Siz yetişkin kişilere, 'Pembe tuğladan yapılmış güzel bir ev gördüm, pencerelerinde sardunyalar, damının üstünde güvercinler vardı.' derseniz kafalarından bu evi canlandıramazlar bir türlü. İlle onlara, 'Yüz bin lira değerinde bir ev gördüm!' demek gerekir. O zaman haykırırlar: 'Aman ne güzel evmiş!"