Sena Turgut

Sena Turgut
@hadissevgisi
Dijital ajanda maksatlı. Okuduklarımı ekliyorum. Unutmamak için okuyacaklarımı da. Mevla ile eyle bâzâr Mevladan al, Mevlaya ver ( Alvarlı Efe Hz.)
Hemmüd dünya zulmetün filkalbi, vehemmül ahirati nurun filkalbi. Hz. Osman r.a. buyurdu: "Dünya işleri için üzülmek kalbe zulmettir yani karanlık verir. Ahiret için üzülmek kalbe nur verir." (Gerçekten de öyle, kalbimizi dünya için çok sıkıyoruz bugün o yüzden psikolojiler içten içe bozuk. )
Reklam
Manidar
: لَا غُرْبَةً لِلْفَاضِلِ ، وَلَا وَطَنَ لِلجَاهِلِ. La gurbete lil fazıl, vela vatane lil cahil. Alim yani faziletli kişi için gurbet yoktur çünkü gittiği yerde ilmine ihtiyaç vardır her yerde ona tazim edilir. Cahil için de vatan yoktur.
Bazı yüzler insana mutluluk verir
وكان السهروردي يطوف في بعض مسجد الخيف بمني يتصفح الوجوه فقيل له فيه، فقال : إن الله عباداً إذا نظروا إلى شخص أكسبوه سعادة فأنا أطلب ذلك .. Suhreverdi Minada Mescid-i Hifte dolaşıyordu. Müsafaha ediyordu. Bu konuda ona soruldu neden insanların yüzlerine bakıyorsun. O da dedi: Allahın bazı kulları var ki bir şahsa baktığı zaman ona mutluluk kazandırır. İşte ben de onu arıyorum.
Sayfa 9 - Seyda YayınlarıKitabı okuyor

Reader Follow Recommendations

See All
Sözlesem ben dilimdesin gözlesem ben gözümdesin Gönlümde hem cânımdasın bana sen gereksin Fedâ olsun sana cânım döker olsan benim kanım Ben kulunum sen sultânım bana sen gereksin Âlimlere kitâb gerek sûfilere mescid gerek Mecnunlara Leyla gerek bana sen gereksin Gâfillere dünyâ gerek âkillere ukbâ gerek Vâizlere minber gerek bana sen gereksin
Hayatı boyunca Paris özlemi ile yaşamıştır Meriç. Gözleri neredeyse kör bir şekilde tedavi için Paris'e gider ve şu cümleyi kurar: "Paris'e gittim evde yoktu." Bizim gibi Cemil Meriç'in düşünce dünyası etrafında gençliğini geçirenler için son derece trajik bir ifade biçimiydi bu. Bir türlü gerçekleşmeyen ama tam ger- çekleşecekken artık bir şeye yaramayan hayallerimiz için kullanırdık bu cümley.
Reklam
e) Hepsi
Lacan bu durumu mübalağalı bir ifadeyle, "Aşk sahip olmadığınız bir şeyi var olmayan birine vermektir," diye betimler). Bu tanımlamalarda bizi ilgilendiren, aşka dair ne dediklerinden ziyade onun daha muğlak ikizi ve sırdaşı hüsran hakkında ne anlattıklarıdır. Muhtemelen bu psikanalitik hikâyeler en sade şekliyle (en az) dört hüsran türü oldu- ğunu söyler: hiç var olmamış bir şeyden mahrum kalma hüsranı; hiç sahip olunmamış bir şeyden mahrum kalma hüsranı (o şey var olmuş olsun olmasın); bir zamanlar sahip olunan bir şeyden mahrum kalma hüsranı; ve son olarak da bir zamanlar sahip olu- nan ama tekrar elde edilemeyen bir şeyden mahrum kalma hüsra- nı. Bu hüsran çeşitleri kuşkusuz aynı otlakta biter ve birbirlerin- den ayrılmaları her zaman mümkün değildir.
Karar almadan önce
..sıkıntı ve güçlükler hüsrandan doğar; bir şeyi tercih ettiğimizde başka bir şey yüzünden hüsrana uğrayabiliriz. Dolayısıyla hüsrana katlanıp katlanamayacağımız ya da bunu isteyip istemediğimiz son derece belirleyicidir.
bense olağan biçimiyle yaşamak istedim saatleri insanlarıysa olağan halleriyle sevmekten zevk aldım bir orta doğulu gibi hak verdim kimilerine oldu ki olağan dışı kimi hallerini anladım ama insanları en olağan halleriyle sevmekten zevk aldım
büyük şangırtılarla yol alan Nuh'un gemisine binmek... sirrus bulutları ile... dilek mumlar... madeni düğmeler... yabanıl çığlıklarla... ilkel bir ayin gibi ilerlemek... sonra hüzün... Nuh'un hüznü... uzun bir süre öldürüldüm ama hep değil. şimdi gitmek istiyorum. neresi olursa, nasıl olsa sen yoksun. bir yerlere varmadan gitmek. elimde sana yazılmış ve gönderilmemiş mektuplarla. gitmek, hiçbir limanda seninle karşılaşmayacak olduktan sonra. gitmek, ardına bakmadan, uzunboylu vedalaşmadan gitmek. oysa seninle sabaha karşı uğranılan liman barlarında karşılaşmak vardı. ...sonra yüzümüzdeki savaş boyalarını çıkardık ve konuştuk iki uygar insan gibi... bana som kayaları... dar boğazları... kendi iç geçitlerini gösterdi...
seninle bir İstanbul kentinde karşılaşmıştık, İstanbul... sen o zamanlar Konstantinopolis olduğunu henüz unutmuştun. ben seni daha terketmemiştim... terketmek üzereydim... geri dönüşün olmadığını, geriye dönülemeyeceğini henüz bilmiyordum karşıdan karşıya geçiyorduk. ben tam o an karar verdim. yerleşiklik o an yitirildi. gerisi sürekli bir git-gel artık... dönmeye ve kaçmaya çalışarak hep. oysa sana dönemiyordum işte, İstanbul. bütün dönüş biletlerimi saklıyordum, biliyordun ama kabul etmiyordun. dönüş yoktu, olamazdı, tıpkı gidişin olmadığı gibi. ben hâlâ o uzun kıvrılan yolda bekliyordum. oradan ayrılmamıştım ki...
Reklam
Yabancıların en yakınıydın sen
YABANCI En yakın yabancı sendin, Daha sürülmemişken ışığın biberi yaramıza, Yaslanırken boşlukta duran bir merdivene henüz. Güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız, ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız en güçsüz kollarla- Çözüldü aşkın zarif ilmeği bulandı aynalar duruluğu. Çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu... Yabancıların en yakınıydın sen!
Istemiyorum yıldızcığım dışında tek bir varlığın Kavramasını bilincimi ve yüzümü elleriyle.
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla Siz ey iman edenler, yüreğinizi burkun! Urpersin Allah derken, O'ndan hakkıyla korkun İmanda sebat edip bâtıla direniniz Siz sadece Müslüman olarak can veriniz Hep birlikte Allah'ın ipine sarılınız Tutununuz Kur'ân'a, sakın ayrılmayınız Hatırlayın Allah'ın nimetlerini size Amansız düşmandınız, hani, birbirinize Kalplerinizi Allah nasıl da uzlaştırdı İman nurunu kalbe ne güzel yerleştirdi İşte O'nun lütfuyla kardeş oluverdiniz İslam'ın sayesinde bu devlete erdiniz Ateşli uçurumun tam kenarındaydınız Kurtardı ordan sizi; bunun farkındaydınız Allah âyetlerini böyle açıklar size Doğru yolu bularak geliniz kendinize! Sizlerin arasından, iyliğe davet eden Ve doğruyu emreden, kötülükten men eden Akl-i selim sahibi bir topluluk çıkmalı Ümmetin irşadına bu topluluk bakmalı Kurtuluşa erecek toplum işte bunlardır İslam'ın mesajını herkese yayanlardır
Batı'nın, bizi saptırmak için kendini bile feda edebileceğini unutmamak gerekir. Saptırma, kendi halkını feda etmek pahasına da olsa, Batı'nın esasi siyasetidir. Bu, onun en güçlü silahıdır. Bu nedenle İslâm ülkelerinin veya Muslumanların izleyeceği esasi siyaset, Batı'ya ve Batidan Belen her şeye karşı şüphe ile yaklaşmaktır. Bu şüphe eyleminden sonra ikinci adım olarak düşünmek.
Hayatın birbirinden farklı hâlleri, işleri ve yolları vardır. Bunlar bazen sarp, bazen düz, bazen kolay, bazen de zordur. Zaman, altın gibi hatta altından daha değerlidir. Durumları, şartları çok iyi değerlendirmek gerekir. Eğer şartlar düşün- meyi gerektiriyorsa, düşünülmelidir. Fakat şartlar kıvrak zekâyı gerektiriyorsa kıvrak zekâ kullanılmalıdır. Koşullar neyi gerektiriyorsa ona göre bir değerlendirme yapılmalıdır. Biz de her durumun kıvrak zekâyı gerektirdiği iddiasında de- ğiliz.
357 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.