Öyle bir şaheser ki insanı zayıf olduğu yerden yakalayıp etkisine alıyor. Dostoyevski gerçek hayatı tüm yönleri, gerçekliği ve çıplaklığı ile öyle bir anlatmışki insan okumaya başladığında içine çekiliyor, kendine kitapta bir yer buluyor ve o hayatı kendisi yaşamaya başlıyor. İnsanı gerçek hayattan soyutlayan, mutluluğunu ve neşesini soğuran bir eser. Kitabı okumaya ara verdiğin an oh be! iyi ki gerçek hayatta değilim kendi duvarlarım beni oradan koruyor diye düşünüp içinde bulunduğunuz hayat veyahut yaşam dediğiniz sizin tüm özgürlüğünüzü alan size nefes almak dışında bir eylem bırakmayan bu dört duvardan, bu kafesten, bu lanet hapisten; çıkmak, kurtulmak ve asla olduğunuz yerden ayrılıp kafanızı başka yerlere çevirmekten sizi alıkoyacak kadar muazzam bir eser. Yine Dostoyevski'ye hayran oldum özellikle insanın ölüme karşı koyma içgüdüsünü öyle bir betimlemiş ki okumaya başladığınız zaman o betimlemeye geldiğiniz zaman kastettiğimi anlayacaksınız. Bir insan böyle bir gerçekliği bu kadar saf hali ile nasıl anlatabilir diye düşünmeden edemiyorum. Suç ve Ceza böyle bir eser işte.