"Ne tür serüvenler?" diyorum şaşkınlıkla.
"Her türlü serüven müsyö. Yanlış trene binmek. Bilmediğim bir kentte inmek. Cüzdanımı kaybetmek, yanlışlıkla tutuklanıp geceyi nezarethanede geçirmek. Bence serüven, ille de olağanüstü olması gerekemeyen ama olağanın dışına çıkan bir olay olarak tanımlanabilir müsyö."
O zaman bunun anlamı neydi? Neden? Olamaz. Hayat o kadar anlamsız ve korkunç olamaz! Yoksa ola bilir mi? Eğer hayat o kadar anlamsız ve kötüyse, neden ölmeliyiz? Nedem acı içinde ölmek zorundayız? Bir şeyler yanlış.
Bundan sonra, öğle yemeğini kamarasına getirtti. Kenti gezib görme işine gelince, uğradıkları kentleri uşaklarına gezdiren İngilizlerden olduğu için, böyle bir şeyi aklının köşesinden bile geçirmiyordu.