İnsan ömrü Levhi Mahfuzda saklı,
Evveli, ahiri Hüdâya bağlı.
Cüzi iradeyle hayatın şekli,
Amele, duruşa, edâya bağlı.
Gayesiz bir hayat kurudur kuru,
Velakin gayeler olmalı duru.
Arzulanan iki cihan huzuru,
Alınan manevi gıdâya bağlı.
İnsan kamillerden olursa eğer,
Gönüllerde başı göklere değer.
Toplumdaki ona verilen değer,
Yüreklerden gelen nidâya bağlı.
Velhasıl bunlar haddi aşmayıp,
Nefsi emmareyle birlik koşmayıp,
İyilikten, güzellikten şaşmayıp,
Vaktinde şerlere vedâya bağlı.
Nihat'ım hadis var inceden ince,
Diyor ki "Ölünüz, ölmeden önce "
Ebedi hayatın esrarı bence
Ardında kalacak sedâya bağlı.
( Denizli, 14 Ekim 2009 )
Hayatın bütün arızalarını, bütün düğümlerini, bütün pıhtılaş-malarını görünür kılan karanlık şua ... Öğretici zehir ... Yakıcı soğuk ... Dondurucu sıcak ... Bütün esrarı çözen esrar .. .
Buluşmak da rast gelmek de, aramak da, kalbine dönmek de buydu. Hayatın mucizesi, esrarı, yazgısı, kaderi, çilesi ve teri buydu. Kim neyi arıyorsa onun tuzağına da yem oluyordu.
Spencer'in sayesinde çok iyi anlamıştı ki, insanoğlu hiçbir şey hakkında kesin bilgiye sahip olamaz ve güzelliğin esrarı da en aşağı hayatın esrarı kadar - hayır, daha da derindir.
İnsanlar hayata dair büyük sorular sorduklarında, genellikle nefeslerinin burun deliklerine ne zaman girip çıktığıyla zerre kadar ilgilenmezler. Daha ziyade, öldükten sonra kendilerine ne olacağı gibi şeyleri bilmek isterler. Oysa hayatın gerçek esrarı siz öldükten sonra ne olacağı değil siz ölmeden önce ne olacağı. Ölümü anlamak için yaşamı anlamanız gerek.
Küçük şeyler, basit zevkler onu mutlu etmeye yeterdi. Pamuk tarlasında güneşin alnında saatlerce çalıştıktan sonra akşamın sakin serinliğini duymak, ona sonsuz bir mutluluk, doygunluk verirdi. Gözünü tek bir çiçeğe dikip saatlerce oturur, insanoğlunun bilinmeyen yanları, hayatın esrarı üzerine derin düşüncelere dalardı. Küçücük bir kumsala konan mavi bir balıkçıl, bir uçan balığın gümüş pırıltılar bırakan sıçraması, ya da batan güneşin, pembe beyaz ışınlarının küçücük bir su birikintisinde oynaşması, ona, bütün bir günün öldürücü yorgunluğunu ve Schemmer'in ağır kamçısının şaklamalarını unuttururdu.
"İnsanlar hayata dair büyük sorular sorduklarında, genellikle nefeslerinin burun deliklerine ne zaman girip çıktığıyla zerre kadar ilgilenmezler.
Daha ziyade, öldükten sonra kendilerine ne olacağı gibi şeyleri bilmek isterler. Oysa hayatın gerçek esrarı siz öldükten sonra ne olacağı değil siz ölmeden önce ne olacağı.
Ölümü anlamak için yaşamı anlamanız gerek.."
Her türlü istemenin temeli ... ihtiyaç, eksiklik, ve dolayısıyla acıdır, ve bizatihi doğası ve kökeni geregi (her canlının) bu sebepten ötürü acı çekmek kaderinde vardır. Buna karşılık eger o isteyecek nesnelere/peşinde koşacak hedeflere, çok kolay elde edildiklerinden ötürü evvelkilerin esrarı kolayca dağıldığı için, sahip değilse bu defa korkunç bir boşluğun ve can sıkıntısının pençesine düşer; bir başka ifadeyle onun bizzat varlığı ve varoluşu kendisi için tahammül edilmez bir yük haline gelir. Bu yüzden onun hayatı tıpkı bir sarkaç gibi ıstırap ve cansıkıntısı arasında salınır durur ve bu ikisi arasında nihai bileşenlerdir.
İnsanlar hayata dair büyük sorular sorduklarında, genellikle nefeslerinin burun deliklerine ne zaman girip çıktığıyla zerre kadar ilgilenmezler. Daha ziyade, öldükten sonra kendilerine ne olacağı gibi şeyleri bilmek isterler. Oysa hayatın gerçek esrarı siz öldükten sonra ne olacağı değil siz ölmeden önce ne olacağı. Ölümü anlamak için yaşamı anlamanız gerek.