Gezegenimizde çok kısa kalan ve bu gazeteyi eline alan bir konuk bile, diye düşündüm, bu dağınık ifadelere bakarak İngiltere’de ataerkil bir yönetim olduğunu anlardı. Aklı başında olan herkes profesörün üstünlüğünü anlardı. Güç de para da nüfuz da ondaydı. Gazetenin hem sahibiydi, hem yazıişleri müdürü hem de onun yardımcısı. Hem Dışişleri
Hem sonra, yaşarken nasıl başkalarının uzağında kalmışsa, şimdi de diğer ölülerin uzağında kalması gerekiyordu.
Reklam
Eğitim
Sizce nasıl kahraman olunur? Ben Atatürk olmak da istemezdim mesela çünkü Atatürk benim olamayacağım kadar büyük bir adamdır. Öncelikle çok yönlüdür; nasıl bu kadar olabiliyor, benim aklım almıyor. Ben bu soruyu Halil İnalcık'a, hocası Fuat Köprülü'yle ilgili sormuştum. "Celâl, onun izahı yok, dâhiydi bu adam. Biz öğrenciyken o aynı zamanda mebustu Ankara'da. Seminerlere gelirdi, paltosunu bile çıkarmadan bir köşede otururdu. Arada bir laf söylerdi. Hâlâ onun söylediği laflarla uğraşıyoruz demişti İnalcık. İşte Atatürk de böyle bir adam, bunun izahı yok. Bu adam dâhi! Çok yönlülüğü de karakterinde bun etkileyen her şey de işte bundan kaynaklanıyor. Düşün, tek başına hem düşmanlarla hem de arkadaşlarıyla uğraşmış. Son derece yalnız, sağlığını beş paralık etmiş ve hiç anlaşılamadan 57 yaşında ölmüş. Bir hayat düşün, mezun oluyorsun ve yolculuğun tam sürat başlıyor: Beyrut, Selanik, Kuzey Afrika, Kafkas cephesi, Şam, Balkan Harbi... Adamın yaşamında durup soluklanmaya vakit yok. Mesela Trablusgarp'a giderken ağlıyormuş. Ali Fuat Cebesoy sorduğunda "Döndüğümde memleketimi bulabilecek miyim, ondan emin değilim,” demiş ve tabii dediği de çıktı. Selanik'in elden gidişini bizzat göremedi ve annesini oradan getiremedi. Belki onun yaşadığı hayata katlanabilmek için de zaten Atatürk olmak gerekiyordu. Atatürk'ün en büyük pişmanlığı son bir kez Selanik'e uğrayamamaktır. Ben bunun acısını dedelerimden çok iyi bildiğim için Atatürk benim olamayacağım bir adamdır.
Suat, Salim'e "Nerede buluşacaksın arkadaşlarınla, yakın bir yerse biz de gelelim zamanımız var" dedi. Salim, "Yok ya siz ta­kılın hem sıkılırsınız" diye cevap verdi. Sevgili Salimciğim; şimdi şöyle bir 20-30 metre uzaklaş ve o mesafeden nasıl takıldığımızı bir gör lütfen. Şu yanımdaki herifi rahatsız etmeyecek tek şey kafasına aldığı darbelerdir. Böyle mi zaman geçirelim? Bizden is­tediğin bu mu?
Annem geldi ve hemen gitti. - Bana dua et anne! Hiç cevap vermedi. Sadece başını salladı. - Hem de nasıl dua ediyorum, bilsen! Demek istediğini anladım. Bana söylemiyorlar ama, bakışlardan anlıyorum ki, bitkinim. Halimi hiç beğenmiyorlar.
İhtiyar anlatıcılar, Siirt'ten gelirken eski hikâyelerini de yanlarında getirmişler. Birkaç parça eşyanın arasına uzun hikâyeler katıp gelmişler. Akşam olduğunda, erkekler işlerinden, yaşlılar çay ocağından döndüklerinde, konağın bahçesine, sofasına, geniş bir odasına toplanıp anlatıcı ihtiyarların hikâyelerini dinlemeye koyuluyorlar. Hem de nasıl hikâyeler! Bazıları günleri, haftaları buluyor. Sona ermesi tam bir ayı bulan hikâyeler var. Hz. Ali'nin cenkleri, Şahmeranlar, cinle- rin insanlara musallat olduğu hikâyeler, ulu kimselerin yaşadıkları olağanüstü olaylar, dinî kıssalar, peygamber hayatları, öylece akıp giden sonu gelmek bilmeyen hikâyeler. Anlatıcı ihtiyar başlıyor hikâyeye. Hikâyenin bir başı var ama sonu nedir, nasıl devam eder orası bazen belirsiz. Anlatırken kendinden bir sürü şey ekliyor yaşlı adamlar. Hikâyenin en can alıcı yerine geldiğinde, "Bu gece bu kadar yeter!" diyor yaşlı adam. Herkes tepki gösterdiğinde "Yarın devam ederiz" deyip uyumaya gidiyor. İnsanlar merak içinde kalıyor ve ertesi akşam hikaye kaldığı yerden devam ediyor.
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.