"Balkan Savaşı'nda teğmendim, Çanakkale'de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem." Harbiye nazırı bozuldu: "Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum." Yüzbaşı sükunetle, "Anladım efendim" dedi, apoletlerini söküp nazırın masasına bıraktı: "Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!" Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul'u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü. Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular.
Toplumu ayrıcalıklardan arındırmak
Günümüz kentli yaşantısını katlanılması çok zor hale getirmiş olan şey insanın daha kalabalık bir insan kitlesiyle sürekli ilişki kurmak zorunda kalması değil; aynı sömürü düzeninde yaşa­yan ve eşit olmayan insanların giderek daha çoğunun kendilerin­den daha ayrıcalıklı insanlara özenmesi ve buldukları hemen her fırsatta olduklarından daha ayrıcalıklıymış gibi bencilce davran­malarıdır. Her sıraya önden kaynamaya, metro kapısı açıldığında inenler inmeden binmeye çalışan, sokağa çöp atan, araç sürerken yaya geçidinde yayaya yol vermeyen tiplerin hepsi; en ayrıcalık­lıların herhangi bir sıraya girmek ya da toplu taşımaya binmek şöyle dursun, üretilen zenginliğin en güzel parçalarına çalışmak zorunda bile kalmadan kondukları toplumsal düzenin tüm in­sanları kirletip alçaltan etkisinin ürünüdür. Bu, yaptıklarını meş­rulaştırmaz; ama kenti yaşanır kılmak için yapılması gerekenin, tuzu kuru orta sınıf kafasızlarının zannettiğinin aksine kenti ne­zaket eksikliğinden arındırmak değil, ayrıcalıklardan arındırmak olduğunu gösterir. Kimsenin ayrıcalıklı olmadığının herkesçe bi­lindiği bir toplum, uyum içerisinde bir arada yaşayabilmek için koyduğu, toplam özgürlüğü azaltmayan aksine çoğaltan kuralları ormandaymış gibi yok sayan birisinin yaptıklarına, düzeltici bir tepki göstermeksizin göz yummayacaktır.
Sayfa 104 - Yazılama Yayınevi, 3.Baskı, Aralık 2022.
Reklam
Akademinin açılışından bu yana yıllar geçmiş ama mezun olanlar arasından büyük bir sanatçı çıkmamıştı. Osman Hamdi bir süredir bu sorunun nedenleri üzerinde kafa patlatıp duruyordu. Akademide uyguladığı eğitim sistemi başarısını ispatlamış Fransız ekolünün ta kendisiydi. Hocalar desen hepsi kendi alanına saygın sanatçılardı. Ama bir yerlerde sorun vardı işte. Olmuyordu. Belki de yüzlerce yıldır ihmal edilmişliğin yarattığı boşluk öyle birkaç senede doldurulamıyordu. Anlaşılan sanatsal yarıcılık toplumun derinliklerinde hâlâ bir kök bulamamıştı kendine. Beklemek gerekecekti. Dallanıp budaklanması sabırla beklemek.
devinimin yokluğu, emeğin yokluğu demektir çünkü antropolojik bir çözümlemede emek,devinimin en köklü biçimi olarak görülüyor ve bu biçim tüm diğer biçimlere hem temel hem de öz verdiriyor; eğlenme olsun ,dinlenme, çoşkunluk , neşeli vakit geçirme;hepsi de daha önce emekten geçilmese , gerçekten yoksun oluyor.Devinim olmadan yaşam yoktur yani gerçek yoktur.
Kadın gibidir Alman, bir türlü bulamazsın dibini, -yoktur da ondan: Hepsi bu.
Gurvitch'e göre, Marx'tan daha devrimcidir Proudhon. Marx somut durumlar karşısında zaman kazanmaya çalışır, Proudhon ve şakirtleri ise hep olayların içinde olmuşlardır. Komün'den birkaç hafta önce Marx ve Birinci Enternasyonal, işçilere zamansız bir isyana kalkışmamalarını öğütler. Marx Paris Komünü'nü ancak kurulduktan sonra benimser, Komün için yazdığı methiyede, Komün'ü oluşturan Proudhoncu çoğunluktan hiç bahsetmez. Oysa Komün'ün aldığı idari, iktisadi, siyasi tedbirlerin hepsi Proudhoncu düşünceden ilham almaktadır. Komün yanlıları "federe" ismini alırlar. Yalnız bu isim bile, onların Proudhonculuğa ne kadar bağlı olduklarını gösterir.
Sayfa 425 - İletişim Yayınları, 10. Baskı
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.