"Peki, kahraman nedir?"
"Bilmiyorum," dedi. "Kendini kahraman sanan ve bunun hakkını veren birinin ya da erdemin içgüdüsüne ve cesaretine sahip olup bundan ötürü hiç hata yapmayan, en azından hata yapılmaması gereken o biricik anda yapmayan birinin kahraman olmaması mümkün değildir. Ya da Allende gibi, kahramanlığın
Daha ne kadar zaman halk hasat kaldıracak bizim için? Bir çok gemi daha ne kadar zaman bir tek masayı donatan yiyecekleri, hem de birçok denizden taşıyıp getirecek? Birkaç dönümlük bir otlak bir boğayı doyurur, bir orman birçok file yeter; gelgelelim insan, hem toprak hem deniz ürünleriyle doldurur midesini. Nasıl bir şey bu? Yoksa doğa insana pek zayıf bir beden verdiği halde, o çok iri çok obur hayvanların açgözlülüğünden geri kalmayalım diye mi bu kadar pis bir boğaz vermiştir? Hiç sanmam çünkü doğa için gerekli olan, ne kadar az bir şeydir aslında. Doğa az bir şeyle savruşturulur. Aç midemiz değil, açgözlülüğümüz bizim için pahalıya mal olur. O halde Sallustius'un dediği gibi, midelerinin kölesi olan kimseleri insan yerine değil de, hayvan yerine koyalım; hatta hayvan yerine bile değil, ölüler arasına koyalım sırasına koyalım. Çünkü yaşayan insan, birçoklarına yararlı olan insandır, kendisinden yararlanan insandır. Bir köşeye çekilip uyuşuk kalanlar, evlerinde mezarda gibi yaşarlar. Bu kimselerin kapılarındaki mermere şöyle yazsan yeridir: ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMÜŞLER!!!
-Birini bekliyorsunuz.
Bilal önüne baktı.
-Haklısınız. Kendimi bildiğim günden beri bekliyorum. Onu nerede, nasıl arayacağımı bilemediğim için.
-Sizce o da sizi arıyor mu?
Bilal buruk bir sesle cevap verdi, başı önünde.
-Hiç sanmam, ama beklemek zorundayım.
Kadın alçak bir ses tonuyla cevap verdi.
-O da sizi aramaya çıkmadıkça buluşmanız zor.
Bir an duraksadı.
-Belki de kendinizi ona duyuramadınız.
Bilal başını salladı.
-Belki, ama gelmeyecek de olsa beklemek zorundayım, yoksa yaşayamam.
-Beklerken yaşayabiliyor musunuz?
Size kendimden bahsedeyim. Bana kimse bu konularda bir şey öğretmedi ama bu işlere gençliğimden bu yana ilgi duydum. Beni yetiştirebileceklerini söyleyen Sofistlere ödeyecek param yoktu. Onların sırlarını tek başıma bulmaya da gücüm yetmez. Eğer Nikias ya da Lakhes bunu bulduysalar ya da öğrendiyseler, hiç şaşırmam. Ne de olsa benden daha zenginler. Bunu öğretebilecek bir öğretmen bulabilirlerdi. Ayrca benden daha yaşlıların, bu bilgiyi kendi başlarına öğrenmeye zamanları olmuş olabilir. Bu nedenle bir genci yetiştirmeyi becerebileceğimi sanmam. Zaten bu işlerden anlayanlar böyle olduğuna inanmasalar, gençler için neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda bu kadar net konuşmazlardı. Söyledikleri şeye itiraz etmem, ama aralarında anlaşamamalarına şaşırıyorum.
Hah, diye soluğunu boşaltıyor, sen beni tanıdığını sanıyorsun.
Tanımıyor muyum?
Sanmam.
Seni nasıl tanıyabilirim öyleyse?
Bence bir insanı tanımanın bir tek yolu vardır, onu bitmiş kabul etmek. Onu artık yaşamıyor saymak. İnsan ancak böyle bakınca onu olduğu gibi, tamamlanmış olarak görebilir.
Ama yaşayan birine böyle bakabilmek çok güç değil mi?
Böyle bakmadıkça kimseyi tanıyamazsın, diyor kesinlikle.
Belki bir ölçüde herkese böyle bakabilirim ben, ama sana.. asla.
O zaman beni hiç tanıyamayacaksın, diyor.