Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendilerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum.
Ben böyleyim işte… Ben garip bir kadınım… Benimle ahbaplık etmek isterseniz birçok şeylere tahammüle mecbur kalacaksınız. Çok manasız kaprislerim, birbirine uymaz saatlerim vardır.
Bugün günlerden 5 Ekim Cumartesi.
Güz ayının getirdiği hafif esinti, ağaçlardan çime düşen yaprakların güzelliği gibi esti beynimde. Kısık sesli bir müzik ile gözyaşlarıma bıraktım kendimi. Biraz acı, biraz hüzün. Aklımdan geçenleri düşünmekten alıkoyamadım kendimi. Gözyaşlarımın ardı ardına gelen damlaları sayesinde beynimde hafif karıncalanma, hafif bir ağrı.