Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Mustafa Kemal'in kongredeki bu çalışmalarını içlerine sindiremeyen ve orduyu bırakmak istemeyen komite takımı onu öldürmeye karar verdi. İlk teklif fedayilerden Yakup Cemil ve Hüsrev Sami'ye yapılmıştır. İkisi de Mustafa Kemal'i sevdikleri için reddetmişler, Yakup Cemil üstelik Mustafa Kemal'e tedbirli olmasını söylemiştir. Ondan sonra aynı görevi Enver'in amcası Halil (sonradan ordu komutanı) ve Abdülkadir (sonradan Kuvay-ı Milliye devrinde Ankara valisi ve İzmir İstiklâl Mahkemesi kararı ile idam olunan) üstlerine almışlardır. Mustafa Kemal geceleri, parmağı silâhın tetiğinde, köşeleri açıktan dolaşarak, her an vuruşacakmış gibi evine giderdi. Bir gidişinde evin ileri köşesinde ikisinin de gölgesini görmüş ve hemen silâhına davranmıştı.
Önce kapıcı ana babasının, sonra Hüsrev beyin, en sonunda da benim kurbanım oldu. Oysa iki yıl sonra yeniden karşılaştığımızda onun tek tek kişilerin değil de toplumun, içine doğduğu ekonomik ve toplumsal koşulların kurbanı olduğunu bilmiyor muydum? Biliyordum elbet. Kendisine anlatmağa bile çalıştım bunu. Bilmediğim şey 'toplum'un biz olduğumuzdu.
Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Madem çiçekleri görmek için baharı beklemek zarureti vardır, biz de ona şiddetle ve sabırsızlıkla intizar etmekteyiz." Hüsrev
Sayfa 75 - Envâr Neşriyat
Husrev yola çıktığı, tefekkür ettiği, hissettiği için varoluşa sinen endişeyi hisseden adamdır. Yola çıkmak endişeyi arttırır, yola hiç çıkmamak ise insanı hiçliğin zindanına hapseder. Burada deha ve cinneti, velilik ile deliliği birbirinden ayıran o ince çizgiye işaret etmek gerekiyor.
Hüsrev Hatemi ile Hüseyin Hatemi'yi İlber Ortaylı bile karıştırmış :)
" 12 Eylül günlerinde yolda yürürken görmüş , yanaşmıştım. " Üstadım geçmiş olsun, siz değil üniversite kaybetti, inşallah tekrar döneceksiniz " demiştim. Cevap, " Biradere bu halisane duygu ve temennilerinizi nakledeceğim üstadım " olmuştu. Bugün çok şükür nazik hekim Hüsrev Hatemi ile ikizi Hüseyin Hoca'yı ayırt edecek kadar ikisini de tanıdım. "
Sayfa 200 - Timaş Yayınları, 2. Baskı, Haziran 2011, İstanbulKitabı okudu
İran'ın en kudretli Şahı Hüsrev Perviz'le evlenmişti. Tüm ülke yeni kraliçenin bir kafir olduğunu öğrenince isyan etti. Ama şah onu herkesi karşısına alacak kadar çok seviyordu. Ayrıca Hüsrev Perviz güçlü bir hükümdar olduğu kadar zeki bir adamdı da. Dünyevi güzelliğin ne derece geçici bir şey olduğunun bilincindeydi. Bu yüzden de sevdiği kadının güzel yüzü ve eşsiz vücudunun mermerden bir heykelini yapması için zamanın en tanınmış heykeltıraşı Ferhat'ı görevlendirdi. Genç sanatçı her gün kraliçenin cennete yaraşır güzelliğine bakarak çalışırken sonunda karşı konulmaz bir aşk ateşiyle yanmaya başladı. Nereye gitse, ne yapsa, gece gündüz demeden her yerde bu meleğimsi yüzü görür olmuştu. Sonunda tutkusuna daha fazla direnemedi. Heykel her geçen gün kraliçeye daha bir benziyor, heykeltıraşın ses tonu yüreğindeki fırtınayı ele veriyordu. Ve günün birinde şah da durumu fark etti. Büyük bir kıskançlıkla kılıcına davrandı ama Şirin kendisini heykeltıraşın önüne siper ederek adamı korudu. Yarattığı eserin yüzü suyu hürmetine de Hüsrev Perviz heykeltıraşın hayatını bağışladı ama onu onu ömrünün sonuna dek Bisütün Dağları'nda sürgüne gönderdi.
Reklam
Hüsrev Hatemi bir şiirinde, “Çünkü her Türk, yüreğine acılar dokuyan bir tezgâhtır” der.
HUSREV- Hayat bir şeyi yapınca o şey tamamdır. Olur musu, olmaz mısı yoktur. Hayat yapar, izah etmez ve kabul ettirir. Bütün sanatı burada. Bizse hayattan soramadığımız hesapları bir tasavvurdan isteriz. NEVZAT- Mantıktan da büsbütün vazgeçemeyiz ya. HUSREV- Kim diyor vazgeçin diye? Amma onunla her şeyi halletmeye bakmayın! Hadiselerin sırrı en az mantığındadır. Nasıl ki tablonun kıymeti en az çerçevesindedir. Çerçeveyle ne uğraşırsın? Tabloya bak! Korkarsın!
Hüsrev-i Nûşirevân ava gitmiş, kebap yapıyorlar fakat tuz yok, kullar bir köye gidip oradan tuz getirecekler; Hüsrev, “Tuzun bedelini doğru dürüst ödeyin” diyor. Maiyet, “O kadar tuzdan ne olacak?” deyince Hükümdar, “Melik köylünün bağından bir elma koparıp yese, kullar arkadan gelip bütün ağacı devirir” diye cevap veriyor. Bu, yağmacılığın yukarıdan aşağıya nasıl yayıldığını anlatan güzel bir cevap...
Zamanın Ebu Hanifesi
Molla Hüsrev orta boylu, gür sakallı, sakin tabiatlı bir insandı.Maddi bakımdan varıklı iken gösteriş ve süse önem vermezdi. Son derece mütevazı olup, övülecek ahlak ve beğenilecek davranışların çok idi. O, ilmi ve tevazuuyla halkın gönlünde öyle bir yer tutmuştu ki Cuma günleri Ayasofya Camii'ne girdigi vakit cemaat hep birden ayağa kalkar, kendisine hürmet göstererek mihraba değin ona yol verirlerdi. Sultan Mehmed Han, hünkâr mahfilinden halkın Molla Hüsrev'e olan muhabbetini dikkatle takip eder, kendisinden "Şu gördüğünüz zât, bu zamanın Ebû Hanifesi'dir" diye övgüyle bahsederdi.
Reklam
- Husrev! Seni bırakmıyacağım. - Kendimi ben bırakıyorum Mansur! Sana ne düşer?
HUSREV- İnsan niçin deli olur Osman? OSMAN - Ah efendim, bağışlayın suçumu! İnsan çok düşünmekten deli olur.
MANSUR - Husrev! Seni böyle gördükçe parça parça oluyorum. Ne yapabilirim senin için? HUSREV - Elinden gelirse beni bu insanlardan kurtar.
kara kumudur kalan
Sevda sırlı sularla sürüklendi sahile Kara kumudur kalan kalbimde bozkırların Ümitsizdi yolculuk ve dağıldı kafile Hasan Husrev
HUSREV - Bana bir düşman gibi bakıyorsunuz. ZEYNEP - Muhakkak ki düşmanınızım. HUSREV - Kimse bana kendim kadar düşman değil!
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.