Fatih Sultan Mehmed'in Şahsiyeti
İstanbul fâtihi, sınırsız güç sahibi mutlak bir hükümdar olmanın yanı sıra, dünya hâkimiyeti fikrini de benimsemişti. Onun bu düşüncesinin kaynağı, Türk- Moğol hakanlık, İslâmî hilâfet ve Roma imparatorluk fikriydi. Fâtih Sultan Mehmed'in İtalyan nedimlerine Roma tarihleri okutarak bu geleneği kavramaya çalıştığı da bilinmektedir. Onun bu
Sayfa 222Kitabı okudu
Kelâm ve felsefe ilminin hükmü.
"Benim ümmetim sapıklık üzerinde ittifak etmez."(1) Süfyan (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir müçtehit dağ başında da bulunsa, o tek başına bir cemaattır." Bunun manası şudur: O âlim bulunduğu yerde, cemaatın yolunda devam eder, böylece tek başına bir cemaat gibi olur Nitekim Hz. İbrahim hakkında Cenab-ı
Çağrı yayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Said Nursî, "Eski Said" tâbir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokrat'ı, Eflatun'u, Aristo'su gibi hakikatlı feylesofları ve şarkın İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farabî gibi dâhî hükemâlarından felsefe ve hikmette Kur'ân-ı Hakîm'in feyziyle çok ileri geçmiş ve Kur'ân'dan başka halâskâr ve hakikî rehber olmadığını dava etmiş ve Risale-i Nur eserlerinde isbat etmiştir.
Sayfa 27
Aziz Thomas diyalektiğinin bütün kaynaklarını özellikle aklın birliği teorisine karşı çıkmak için kullanmıştır. Summa Theologica'sında, Summa contra Gentiles, Nefs Risalesi Şerhi'nde, Quaestiones disputatae de animada sürekli bu konuya dönmekle yetinmeyip bu konuyla ilgili en önemli risale- lerinden birini De unitate intellectus, adversus Averroistas'ı kaleme almıştır.
Sayfa 176Kitabı okudu
Bizim şeriattan (naklen) âlemin varoluşu (hususunda) Söylediğimiz zâhir(î görüşler)i filozoflardan bir grup da söylemişlerdir. Öyle görünüyor ki: Bu (zor) mes'elelerin te'vîlinde ihtilafa düşenler; ya isabet edip mükâfat kazanmışlardır veya hatâ edip ma'zûr sayılmışlardır. Zîrâ bir şeyin, nefiste (zihinde) yer eden bir delîle dayanılarak tasdiki (olumlanması) ihtiyarî değil, zorunludur. Demek istiyorum ki; bizim onu doğrulayıp doğrula- mama konusunda -ayağa kalkıp kalkmamak (konusundaki) gibi- bir seçeneğimiz yoktur.
Sayfa 109Kitabı okudu
Zîrâ şeriatın zahiri araştırılacak olursa; âlemin icâd edilmesi hususundaki haberlerle ilgili gelen âyetlerden açığa çıkıyor ki; (âlemin) sureti gerçekten muhdes (sonradan olma)dır. Ve varoluşun kendisi de zaman da iki taraftan (geçmiş-gelecek) süreklidir, kesintisizdir demek istiyo- rum. Şöyle ki; Allah Teâlâ'nın "Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Ve O'nun Arş'ı suyun üzerinde idi." (Hud ,7) buyruğunun zahiri; bu (evrenin) varoluş(un)dan önce bir varoluşu gerektirir ki bu, Ars(m) ve su(yun varoluşu)dur. Ve yine (bu âyetin zahiri)bu zamandan önce bir zamanı (n varoluşunu) gerektirir. Feleğin hareketinin sayısından ibaret olan bu varoluşun suretine bitişik (birlikte) olan (zaman)ı demek istiyorum. Allah Teâlâ'nın; "O gün yer başka bir yer ile değiştirilir. Gökler de." (İbrahim, 48) kavlinin zahiri; (âlemin) bu varoluş(un)dan sonra ikinci bir varoluşu gerektirmektedir. Ve Allah Teâlâ'nın, "Sonra göğe yöneldi ki o, duman halindeydi." (Fussilet, 11) kavlinin zahiri de, göklerin bir (başka) şeyden yaratılmış olmasını gerektirmektedir.
Sayfa 108Kitabı okudu
Reklam
530 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.