Bu saatlerin bir daha geri gelmeyeceğini, karanlık bir his, ikisine birden tekrar edip duruyor ve aynı zamanda, saadetlerinin gölgesiz olması için, dimağlarının bu andan başka hiçbir şeyle meşgul olmaması lazım geldiğini onlara fısıldıyordu.İkisi de ne bir saat önceyi, ne de bir saat sonrayı düşünüyorlardı.Bütün hislerden ve düşüncelerden daha kuvvetli olan ve insanı hayatında ancak birkaç defa iradesi altına alan tabii ve hakim bir duygu şimdi ikisini de avucunun içine almıştı.Bu anda etraflarındaki ağaçlar,karşılarındaki deniz kadar bu kuvvete tabiydiler.Bir tek üzüntüleri, bir tek istekleri yoktu. Hatta her istediğine nail olanların iç sıkıntısı da onlardan uzaktı.Saadetin bu kadar tamam ve mükemmel oluşu ikisini de şaşırtmış gibiydi. O kadar ki birbirlerine söyleyecek tatlı sözle bile bulamıyorlar, sadece derin derin nefes alarak gülümsüyorlardı.
Az ileride başlıyor karanlık. Bir adım önümde. İnsansız karanlık. Karşı kıyıdan yoğunlaşarak geliyor. Geceyi yapan biri var sanki. Çevremde dolanıp duruyor. Görmüyorum ama sezinliyorum. Kesik, hırıltılara varan soluyuşu. Gerimde bir yerde, ağaçlıkların arasında belki saklanıyor. İğrenç gececi. Saklıyor yüzünü. Sanki ben. İç ve dış yüzünü saklayarak. Yerleşmek istiyor içime. Etimi deşip. Hep gece olacak (benim için) başarırsa bunu. Hep gece, onun esmer teni.
Reklam
“Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
Pek çok kişi ceplerinden, çantalarından çıkardıkları müzikçalarların, radyoların, cep telefonlarının kulaklıklarını aceleyle kulaklarına geçiriyor. Böylece aramızdan ayrılıveriyorlar. Artık yüksek müzikten başka hiçbir şeyi duymayacaklar. Kulaklarında büyüyen gürültüye tutunup, her şeyi dışarıda, sessizlikte, geride bırakacaklar. Kulaklıklarını takıyorlar ve kaçıyorlar. Bir gürültünün, varoluşumuzu kalabalıklaştıran ve fakat kalabalıklaştırdıkça da ezen, küçülten, inciten, yoksullaştıran, sessizleştiren döngüsüne teslim oluyorlar. Kulaklıklar ruhlarımızı uzaklaştırıyor birbirinden. İç çekenleri duymayacaklar, öksürenleri, içli içli ağlayanları duymayacaklar mesela. Bir otobüsün içinde karanlık boşlukları delen en insancıl, en kısık seslerimizi duymayacaklar artık. Bir işçinin tutmayan hesaplarını kendi kendine tekrar edip, sayıklamalarını duymayacaklar. Bu şehri duymayacaklar, bu şehrin gökyüzünü de.
Necip Hablemitoğlu (28 Kasım 1954 - 18 Aralık 2002)
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık, en hazin dönemini yaşıyor. Bir tarafta, Türkiye Cumhuriyeti’ni koşulsuz savunan, Atatürk ilke ve devrimlerinin sahibi ve takipçisi, aydınlanmacı, tam bağımsızlıkçı, sömürünün her türüne karşı, evrensel barıştan yana, yurtsever, ilerici,çağdaş,ulusalcı kesim var. Ancak, ne bir siyasal partiye,
*Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Görevlisi Dr.Necip Hablemitoğlu 05.08.2002 Çankaya-AnkaraKitabı okuyacak
Aydınlanmacı edebiyat kötüyü ne kadar ayrıntılı dile getirirse, insanın iç dünyasının karanlık yanlarını ele alan bilim dallarındaki ağırlığı o kadar artar.
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.