Veronika Ölmek İstiyor
Hepimizin içinde bir yerlerde bir Veronika var bence. Neden derseniz? Çünkü bu hayatta herkes en az bir kez ölümü düşünmüş ya da en az bir kez ölmeyi istemiştir. Ölmeyi istemekle ölünmüyor işte... Veronika'nın hikâyesi de böyle başlıyor. Her şeyi olan bir kadın Veronika... Yaşamında bir şeylerin eksik gittiğini hisseder ve intihar eder. Başarız intihar girişimi sonunda ise kendini Vilette akıl hastanesinde bulur.
Uyandığında kendini akıl hastanesinde bulan Veronika kısa bir ömrü kaldığını öğrenir. 'Nasıl olsa öleceğim,' deyip karalar bağlamaz Veronika aksine kendini yeniden keşfeder, yapmaya cesaret edemediği, kendi içinde baskıladığı duygularını gün yüzüne çıkarır, hayatı daha cesaretle yaşamaya başlar. İşte bu noktada deliler hastanesinde olmak Veronika'yı daha da cesaretlendirir. Çünkü ne demişler: Delidir ne yapsa yeridir misali... :)
Delilik bazen gerçekten en güzel şeydir. Yaşamın arkasındaki saklı perde misali. İnsan o perdeyi açmadan da kendi iç dünyasına ulaşamıyor ne yazık ki... Çok mantık, çok akıl olan yerde ne yazık ki hayat ıskalanıyor. Açıkçası ben hayatın deli dolu yaşam sırrını 'delilikte' buldum. Tabi delilikte dozunda güzel. Elalem ne derse desin, siz içinizdeki sesi dinleyin. Bunu önce kendime sonra da size diyorum:
"Ölmeden ölmeyin! Yaşamadan ölmeyin!"
Kitabın verdiği mesajları sevdim. #yaşamak
Herkese de okumasını tavsiye ederim. 213 sayfalık güzel bir kitap.
Nuh (a.s) ın gemisinde sadece insanlar değil, aynı zamanda hayvanlardan da birer çift numune vardı. Böyle olunca hem ehli hayvan hem de vahşi hayvanlardan birer çift vardı demektir. İşte böyle bir gemide bile bir kargaşa olmuyor. İnsanlar ve hayvanlar bu gemide huzur içinde sahil-i selâmete çıkıyorlar. Kaptan Nuh (a.s) Günümüzde de Müslümanların evlerini, iş yerlerini, bineklerini ve çeşitli yaşam alanlarını Nuh (a.s) ın gemisi gibi güven ve huzur ortamına dönüştürmesi gerekir. Çoluk çocuğumuzu iyi muhafaza edip o gemiye almazsak ve yaşanabilir bir iklim olusturmazsak sahip çıkamadığımız çocuklarımızı Dünya'nın acımasız şartları arasında kaybederiz. Tıpkı gemiye binmeyen Nuh (a.s) ın oğlunun helak olması gibi.
Huzur arayışınıza verilen cevap buradadır. Anlamsız gibi görünen dünyada anlama
açılan kapının anahtarı buradadır. Her adımınızda sizi tehdit ederek, huzuru ve sessizliği
bulma umutlarınızı yitirmenize sebep oluyor gibi görünen tehlikelerden kurtuluş yolu
buradadır. Tüm sorularınız burada cevaplanıyor ve şüphe bitiyor.
Bağışlamayan zihin korku
Bir insan başkalarını umursamaya, insanları birbirinden ayıran önyargı ve korku bariyerlerini yıkmaya başladığında duygusal ve ruhsal olarak Makro olmaya başlıyor. Bir insan kendi kökenini Makro benlik içinde, yani makrokozmosda ölümsüz bir ruh olarak hatırlayacak bir farkındalık düzeyine eriştiğinde, zihinsel olarak Makro olmaya başlıyor. O zaman, unutkanlığa veya daha az farkındalığa doğru mikrokozmik-makrokozmik farkındalık sürekliliğinde aşağı inerken birçok hayat yaşamış olduğunu idrak ediyor. O zaman geriye, tüm var olan, var olmuş olan ve var olacak olan ile makrokozmik bir’liğinin daha da büyük farkındalığına doğru tekamülsel yolculuğuna başlıyor.
Dünyamızın kainatta bir toz zerresi olduğu, bizlerin de bu toz zerresinin içinde secilemeyecek kadar küçük varlıklar olduğumuz bilgisi hala içimi derin bir umutsuzlukla dolduruyor.
. . . Hepsinin içinde en utanç verici olanı ise, <Platon'un> hiçbir mecburiyeti olmamasına rağmen, Parmenides'in yurttaşı Zenon'un onun gözdesi olduğunu söylemesi.
Artık bana değil, kalabalığa aitti. Kalabalık denetimsizlikti. Denetimsizligi seviyorum. Kalabalığı sevmiyorum yine de. Kalabalık enerjimi emiyor. İçinde çok insan olan herşey beni dışlıyor.