Ben hiçbir zaman herhangi bir şeyi etkileyebileceğime inanmadım. Dahası var: Ben hiçbir zaman herhangi bir şeyi etkilemek istemedim. Şeyleri insanların dikkatine sunmak: Evet, bu tamam. Eğer insanlar onlardan etkilenmelerinin bir sonucu olarak bir şeyleri değiştirmeyi isterlerse buna çok memnun olurum, fakat bunu kendileri yapmak zorundalar, bensiz.
Eğlenceli, hafif, neşeli filmler yapmak içinizden gelmeli, oysa ben her sabah kasvetli düşüncelerle uyanıyorum ve gün içindeki olaylar bu kasvetimi daha da koyultuyor.
İyimser değilim, ama her zaman özgürlüğe sadece birbirimize birbirimizden ne kadar çok nefret ettiğimizi göstermek amacıyla ihtiyaç duymadığımız umudunu da koruyorum.
Geçenlerde Peter Handke'nin 1960'larda sinemadan eve dönmenin, seyredilen filmin oturduğumuz yere kadar bizi takip etmesinin hazzı hakkındaki bir yazısını okudum.
Din açık bir şekilde köleleştirmedir. İradi olarak, hatta arzuyla seçtiğiniz bir köleleşmedir. Yine de benim gözümde inanç, bir özgürlük fırsatıdır. İnanç, özü itibariyle, kurumsallaşmış dinlerden ayrı bir şeydir.
Kafka, adaletin (ve bunun sonucu olan bağışlayıcılık kavramının) tamamen anlamsız olduğunu kavramıştı. Biz hep sanki yanlış yargılanıyormuş ve yanlış anlaşılıyormuş hissine kapılırız. İnsanlar geri dönüşü olmayan hatalar yaparlar. Ömürlerinin kalan kısmında hep bu hatalarıyla birlikte yaşamaları gerekir. Biz adaleti şu büyük bina, bu büyük vaat sayıyoruz, ama ona ulaşamayız.
Din açık bir şekilde köleleştirmedir. İradi olarak, hatta arzuyla seçtiğiniz bir köleleşmedir. Yine de benim gözümde inanç, bir özgürlük fırsatıdır. İnanç, özü itibariyle, kurumsallaşmış dinlerden ayrı bir şeydir.
Gerçekçilik şeyleri olduğu gibi fotoğraflamaz. Dünyaya baktığınızda edindiğiniz izlenimi yansıtırken, etrafınızdaki şeyleri görme biçiminizi yeniden yaratırsınız.