Tasarılar, bir mutlakçılık alanının tepelerinden inen arzunun yarattığı düşler ve talepler ya da hayaliliği içeren "olsunlar” değildir; daha ziyade süreç bütününde somut bir yaşama ve belli bir işleve sahiptirler: Eskidiklerin de yavaş yavaş yok olurlar; gerçekleşmeleri ise toplumsal sürecin belli bir yapısal duruma ulaşmasıyla mümkündür —ki, bu türden gerçek birer “siper”Ieri olmadan maskeleyen "ideolojiler” haline gelirler.
Sosyalizmin yapmak zorunda olduğu şey, bir yandan, liberal ütopyayı, “tasarı”yı, daha da radikalleştirmek; öte yandan, anarşizmin fazlasıyla aşırı içsel muhalefetini felç edip gerektiğinde onu yenmektir.
Kiliastik algı, zamanın dışında kalmıştı; baş gösterdiğinde, meydana gelen rastlantısal anları âdeta kutsamaktaydı. Liberal algı, anlamsal bir hedef olarak tasarıyı geleceğe erteleyip, ilerleme düşüncesi sayesinde bu tasarısal vaadin -en azından bir yönüyle- zamanla içimize yerleşmesine yol açarak, varoluş ile ütopya arasındaki teması sağlamaktaydı. Muhafazakâr düşünce, bir zamanlar bize nüfuz edip içimizdeki ses olarak dışavurulan o tini, bizzat oluşmuş olanın içine daldırmaktaydı ve onu nesnelleştirip tüm boyutlara yayılmasını sağlayarak, tüm olaylara içkin bir özdeğerlik bahşetmekteydi böylece.
Yalnızca muhalif tabakaların karşı hareketi ve bu hareketin mevcut olanı parçalama eğilimleri, âdeta dıştan gelerek muhafazakâr bilincin kendi varoluşuna hükmedişini problemli kılıp onu kendisi hakkında düşünmeye ve -özyönelim olarak ya da savunma aracı olarak olsun- bir karşı ütopya yaratmaya zorlamaktadır.