Şu sıralar pek kendimde değilim. İçtiğim kahve mi bayat, ağzımın tadı mı yok? İnan bilmiyorum. Kül tabağına söndürülmüş bir izmaritin kırgınlığını taşıyorum üzerimde. Yarım kalmış bir içkinin damakta bıraktığı acı tada bulanmışım da, bir ümit o hissin geçmesini bekliyormuşum gibi. Neler oluyor anlamıyorum. Bir köşede yığılıp kalacak mışım veya birilerini yıkıp geçecek mişim gibi. İkilemler yoruyor beni. Göz kararmalarım da çoğaldı üstelik. Aynaya bakınca gördüğüm suret fazla aşina geliyor, bazen küçük bir çocuğa bazen ise koca bir ihtiyara bürünüyor. Ahını aldığım yıllardan hatıralar bırakacağım avuçların artık yok mesela. Ülke günden güne kötüye gidiyor, tıpkı senin gibi. Sudan çıkmış bir balık gibiyim, bir yanım ölüm arzusuyla yanıp tutuşuyor; diğer yanım ise bir damla suya muhtaç çırpınıyor. Daha nasıl anlatayım? Yazamıyorum artık. Durum o derece vahim işte, biraz da gri. "Daha kötü ne olabilir ki?" dediğim ne varsa oldu, oluyor... Düşünüyorum da daha, daha farklı, daha iç açıcı olabilirdi bazı şeyler... En azından göğe bakınca nefes alabilmeliydim.