Müzeyyen. "Süslenmiş" demek. Yarım bıraktığı adamların, yarına ulaşamayan hisleriyle.
Asla görülemeyecek bir şehrin, geceyi nazikçe aralayan ışıklarıyla süslenmiş.
Gerçek olamayacak kadar güzel hayallerin, dudaklarda bıraktıkları acı tebessümlerle.
Hiç beklemediğin anda yüreğini sızlatarak, tenini okşayıp geçen serin rüzgarlarla.
Okunmayacağını bilerek yazılan, silinen, yazılan ve tekrar silinen çaresiz satırlarla.
Karşı koymaya çalıştıkça daha da derine inen ve en derine ulaştığında orada asılı kalacak olan yaralarla.
İstenen yalnızlıklarla, bilinen ayrılıklarla, kırılan kadehlerle, acı hatıralarla ve sersemleten küçük mutluluklarla.
Öyle güzel ki Müzeyyen, öyle bakışları var ki, öyle duruşları, öyle gidişleri...
Yavaş yavaş tükeneceğini bilerek, yanarak, kanayarak çekiyor kendine, öldürüyor sonra, ölmüyorsun ama.
Adını sayıklıyorsun, adını sayıklatıyor, adı sayıklanıyor ve adı kalıyor sadece, her şey adı oluyor, her şey Müzeyyen.
Müzeyyen süsleniyor bir kez daha ve daha güzel çıkıyor bir başka müstakbel ölünün karşına.
Müzeyyen en güzel ölüm demek aynı zamanda.