Kanunların dediği gibi kavlen, kalemen ve fiilen hep ihtilâle koşan bu alevden adamın elinde ilim ve fikir bile birer bomba demekti.
Osmanlı devrinde idarenin, ilim ve irfan sahiplerinin, basının ve modern edebiyatın (yabancılaşma konusunda bazı olumsuz etkilerine rağmen) Türkçeyi kullanmaları, Osmanlı cemiyetinin Türk karakterli milli bir toplum hâlini almasında birinci derecede etkili olmuştur.
Reklam
Fikri veya iktisadi değişimleri çıkış noktası kabul edip, diğer olguların tümünü onlardan tümdengelim (déduction) yoluyla çıkarmayı başarmışlar mıdır? Hayır! Tarih geometri değildir; hatta kimya bile değildir… Eğer tarih böyle bir ilmi dereceye ulaşmış olsaydı, birçok ayrılık ve münakaşalara mahal kalmazdı; toplumbilim, hatta siyaset bilimi sınırlı ve belli manasıyla ilim mertebesine yükselmiş olurdu. Bununla beraber tarihle uğraşanlar katında tarihi sürecin ilmi olarak izahının tarihsel maddecilikle daha kolay olduğuna dair kanaat gittikçe artmaktadır.
"O ilim ile ölmeden önce ölünür ve bir daha onlar için ölüm yoktur."
Bilgi güçtür , gücü temsil eder ama...
♤İlim, madde çemberini aşıp vicdaniyet hududuna sıçramadıkça esaretten başka bir şey değildir.
Peki, kısıtlı veya yeteneklere uygun şekilde kısıtlanmış bir oy hakkıyla kitlelerin verdikleri oylarda gelişme görüleceğini mi varsaymalıyız? Bunun doğruluğunu bir an için bile düşünemem. Bunun sebebi de terkibi ne şekilde olursa olsun toplulukların zihnî seviyelerinin düşüklüğüne dair daha önce söylediklerimde görülebilir. İnsanlar kitlenin içinde daima eşitlenirler ve umuma dair meseleler söz konusu olduğunda kirk akademisyenin oyu, kırk sakanınkinden daha makbul değildir. İmparatorluğun yeniden kurulması gibi genel oy hakkının suçlu bulunduğu hadiselerde oy kullananlar yalnızca âlimler ile eğitimlilerle sınırlandırılmış olsaydı dahi neticenin de- ğişebileceğini hiç zannetmiyorum. Bir kişinin Yunanca veya matematik bilmesi yahut mimar, veteriner, doktor, avukat olması, o kişinin toplumsal meselelerde özel bir kavrayışa sahip olduğu anlamına gelmez. Bütün iktisatçılarımız iyi eğitimli kişilerdir, çoğunluğu profesör veya akademisyendir. Ancak üzerinde mutabık oldukları himayecilik veya çift maden sistemi tek bir genel mesele var mıdır? Bunun sebebi, kişilerin sahip oldukları ilmin, aslında toplumsal cehaletin epeyce seyreltilmiş hâlinden ibaret olmasıdır. Çok sayıda bilinmezin devreye girdiği toplumsal meseleler karşısında bütün cehaletler eşitlenir. Dolayısıyla seçmenler sadece ilim sahibi kişilerden oluşsaydı da bu kişilerin oyları bizi şimdikinden daha iyi bir sonuca ulaştırmazdı. Onlar da kendi hislerine veya destekledikleri partinin ruhuna göre hareket edeceklerdi. Halihazırdaki güçlüklerin hiçbirinden kurtulamayacağımız gibi bir de kastların ağır zorbalığına maruz kalırdık
Sayfa 185 - Karbon KitaplarKitabı okudu
Reklam
"ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. benim manevi mirasım ilim ve akıldır."
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk
Nübüvvetten sonraki makam ilimdir; ilim yolunda yürümeye devam ...
"Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır."
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk
Nizâmülmülk'ü Sultan Melikşah'ın gözünden düşürmek isteyen Tâcülmülk, sultana giderek şöyle bir şikâyette bulunur: "Nizâmülmülk her yıl fakihlere, sûfilere, kârilere 300.000 dinar para veriyor, eğer bu para ile bir ordu teçhiz edilirse onunla İstanbul (Konstantiniye) surlarını bile fethetmek mümkündür." Sultan,
Sayfa 98 - Bu rakam başka kaynaklarda 600.000 dinar olarak nakledilmektedir (bk. Turtûşî, a.g.e., s. 345).Kitabı okuyor
Reklam
“ İlim cehli izale eder, ahmaklığı değil.. ”
İbnü'l-İmâd, Nizâmülmülk'ten bahsederken, "Şehirlerde medrese inşa etmiş ve ilim ehlini korumuştur. İlk önce medrese inşa eden Nizâmülmülk'tür. Medreselerin dışında mescid ve ribâtlar da inşa etmiştir" demektedir. İbnü'l-Cevzí ise, "Nizâmülmülk medreseler bina etmiş, dinî ilimleri ihya etmiştir. Medreselere vakıflar bağlamış, ilmî ve ilim ehlini yüceltmiştir. Haremeyn'i imar ettirmiş, kütüphaneler yaptırmıştır. Onun zamanında ilim çarşısı âlimlerle dolmuş, dünyanın dört bir yanına dağılmıştır; ilim ehlini korumuş, onları her şeyden müstağni kılmıştır. O öldükten sonra da insanların övgüleriyle hayattadır" demektedir. Aynı düşünceyi paylaşan Sübkî de, "Nizâmülmülk, mescidler, medreseler, ribâtlar inşa etmiş, devletin işleyişi için güzel tedbirler almıştır. Nizâmülmülk'ün tedbirleri sayesinde Alparslan'dan sonra Melikşah zamanında devlet en güçlü haline gelmiştir" demektedir. Aynı şekilde Makrîzi de, "… Fukaha ve ilim ehli için tahsis edilen ilk medrese Nizâmiye'dir ve Nizâmülmülk'e nisbetlidir…" demektedir. İbnü'n-Nizâm ise, "Nizâmülmülk, medreseleri ilk tesis eden ve günümüze kadar gelen nizam ve kanunlarını koyan ilk şahıstır. O, medreseler yaptırarak ilim yolundaki talebelere tahsis etti ve mertebelerine göre in'amlarda bulundu" demektedir. Bütün bunlara bakıldığında, Nizâmiye medreselerinin inşa şerefinin ve ilim ehlini koruma âlicenaplığının "Nizâmiye" adından dolayı Nizâmülmülk'e isnat edildiği görülür.
Sayfa 94 - İbnü'l-İmâd, III, 383 vd. | Makrîzî, el-Hıtat, II, 363. | İbnü'n-Nizâm, a.g.e., s. 58.Kitabı okuyor
İLİM NİMETTİR !
İlim nimeti de nimetlerin asıllarındandır ve çok büyük bir nimettir. İnsanlığın yükselmesi, hem dünya hem de ahiret saadeti buna bağlıdır. Bu yüzden çok kıymetli bir ihsandır. Nasıl olursa olsun ilmi elde etmek bir nimet, ondan istifade etmek bir nimet, faydalandırmak bir nimet, ilmi ebedîleştirmek ve gelecek kuşaklara nakletmek de ayrı bir nimettir. Aynı şekilde ilmi insanlar arasında yaymak da bir nimettir.
Yaygın kanaat olarak, meşhurluğu ve güzelliğinden dolayı, ilk açılan Nizâmiye'nin Bağdat Nizâmiyesi olduğu sanılır. Oysa Bağdat Nizâmiyesi ilk açılan Nizâmiye Medresesi değildir. Kaynakların naklettiği bilgilere göre nizâmiyelerin ilki Nîşâbur'da inşa edilmiştir. Bu medresenin inşasına ait şöyle bir rivayet nakledilir: "Sultan Alparslan Nîşâbur'da iken bir gün bir caminin önünden geçerken, caminin önünde, görmeye alışık olmadığı eski elbiseler içinde birtakım insanlar görür. Bu insanlar sultana tâzim etmedikleri gibi, ondan bir şeyler de istemezler. Gördüğü bu manzara karşısında şaşıran Alparslan, yanındaki veziri Nizâmülmülk'e bu insanların kim olduklarını sorar. Nizâmülmülk de sultana cevaben: Bunlar dünyaya meyletmeyen, dünyeví zevklerden hoşlanmayan, fakirlikleriyle iftihar eden ilim yolcusu fakihler olduğunu söyledi. Fakihlerin bu hali sultanın hoşuna gitti. Sultanın kalbinin yumuşadığını gören Nizâmülmülk sözüne devamla, 'Eğer izin verirseniz onlara kalacak bir yer inşa edip rızıklarını temin edeyim, onlar da ilim tahsiliyle ve sultanın devletine dua ile uğraşsınlar' dedi. Sultan da buna izin verdi. Alparslan'dan gerekli izni alan Nizâmülmülk sultanın malından (çok miktarda para) onda bir kısmını harcayarak ülkenin her tarafını medreselerle donattı. Bu güzel sünneti ilk işleyen kişi Nizâmülmülk'tür.
Sayfa 85 - Kazvini, Asârü'l-Bilâd ve Ahbârü'l-İbâd , s. 412; M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, III, 372; M. Dağ-H. R. Öymen, a.g.e., s. 122. 85Kitabı okuyor
Resulullah ‎sav şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lakin âlimleri alır, onlarla birlikte ilmi de ortadan kaldırır. Ve insanlar arasında birtakım cahil başlar bırakır. Bunlar insanlara ilimsiz fetva verirler; bu suretle hem saparlar hem saptırırlar.” Müslim, İlim, 14