Depremin ilk günü gördüklerim karşısında yüzüme birkaç kez tokat attığımı hatırlıyorum. "Acaba bir film setinin içinde miyim? " dedim kendi kendime. Ama tanık olduklarım ne bir film, ne bir rüyaydı. Kıyametin ortasındaydım. O insanlar şu an yaşıyor olabilirlerdi, biz onların çoğunu ne yazık ki ölüme terk ettik
Sayfa 21 - Alfa Basın Yayın DağıtımKitabı okuyor
Reklam
Nataşa 'nın belki babasından geçmiş,bütün iyi kalpli insanlara has bir özelliği vardi:Karşısındakini olduğundan iyi görür,daha ilk bakıştan büyük bir heyecanla meziyetlerini büyütürdü.Bu çeşit insanların hayâl kırıklığına, hele sebebin kendileri olduğunu bilerek uğramaları pek acı olur.Ne diye kendilerine verilebilecekten fazlasını umarlar sanki?Böyleleri her an hayal kırıklığı tehlikesiyle karşılaşmaktansa ,köşelerine çekilip dünyayla bağlantıyı kesmeli en iyisi.Dikkat ettim,köşelerini öyle severler ki zamanla büsbütün yabanileşirler.
İnsanlardan nefreti çekip almanın mümkün olup olmadığını bilmiyorum. Nefretin neler yapabileceğini ilk elden gören bizim gibi insanlardan bile. Hepimiz inciniyoruz. Hepimiz uzun bir süre acı çekeceğiz. Ve muhtemelen herkesten çok biz, her gün yeni bir gerçeklik arayacağız. Daha iyi bir gerçeklik.
Acı ve Istırap
Acı fiziksel dünyaya, ıstırap ise psişik dünya­ya aittir. Birbirinden ayrı ama birbiriyle bağlantılı ve etkileşim içinde olan iki alandır bunlar. Acı belli bir noktada yer alabilir (baş ağrısı, kârın ağrısı), oysa ıstırap bütün varlığımıza zulmeder, bizi yıpratır, zayıflatır, çoğu zaman da değerimizden dü­şürür. Acı doğal bir rahatsızlık şeklinde yaşadığımız bir şeydir, kabul edilirdir, nettir: Bir testere parmağımızı kesecek olursa, elimizin ağrıması doğaldır ve bunda herhangi bir tuhaflık gör­meyiz. Acı mazur görülür. Ancak ıstırap için bu geçerli değil­dir. Istırap bize haksızlık, talihsizlik, hak edilmemiş bir ceza gibi gelir: Ona olan ilk tepkimiz isyandır, başkaldırıdır. Istırap bizi incitir, hatta değerimizden düşürür.
Nadir'in güncesinden... 01.01.2020 Yeni yıl. Yeni umutlar ve günlüğümün ilk satırı. Okuma yazmam olmadığı için bu günlüğü Ferda'ya yazdırıyorum. "Sokak Nöbetçileri, masal karakterleri," demişti, Mutlu Abi. " Biz günlüklerimize masallarımızı yazarız." Bu da benim masalımın ilk cümleleri nokta belki de ömrüm, masalını devam ettirmeye yetmeyecek ama benim de kendime ait bir masal kitabım olsun istedim. Uzun zamandır acı çekmiyorum, kimse beni istemediğim hiçbir şeye sürüklemiyor. Ferda gülümsüyor. O çok güzel gülümsüyor. Ve ben, yaşamak istiyorum. Masallarda kimse ölmez, değil mi? Değil mi, Ferda? "NADİR"
Reklam
İlk ok, başımıza gelen ve kaçınması mümkün olmayan kötü şeyleri temsil eder. Üzerinde kontrolümüzün olmadığı şeylerdir bunlar. Ama ikinci oku vuran ve kendimize gereksiz zarar veren bizleriz. İkinci ok, modern zamanlarda “meta-duygu” olarak adlandırılır: hissettiğimiz şeyler hakkındaki hislerimiz. Başımıza kötü bir şey geldiğinde kaçınılmaz olarak acı hissederiz, fakat bu talihsizliğin ilk etkisi geçtiğinde olanlar üzerinde kara kara düşünme eğilimi gösteririz. Ve bunu düşünerek ilk etkinin yarattığı acıyı beslemenin sonucunda elde edeceğimiz tek şey daha fazla acı olur. Buda ikinci oktur.
Sevmek yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. İşte ben o büyük işe kalkıştım. Seni sevmek gibi büyük kocaman bir iş.. Yanımdayken; Gülümsemesine bakıp içinden “bu şimdi benim mi”diye çaktırmadan sevinmek, ya da aradan çok zaman geçer bazen bir kaç mevsim, bir kaç insan, bir kaç anı, bir kaç acı.. her şey biter, hesaplar ödenir, defter kapanır. Sonra olmadık bir zamanda, olmadık bir yerde saçma sapan bir karşılaşma olur. Sonra… Sonra bir şey olmaz. Çünkü hesap etmediğin bir kalbin vardır o ne ayların ne yılların geçmesine aldırış etmeden ilk gün gibi taptaze seviyordur.. Omuzdan öpmek, diye bir şey vardır. Yüküne ortağım der gibi. Hep yanındayım der gibi.. Öyle güzel. Eğer bu aşk değilse, ben sana daha önce kimsenin kimseye olmadığı bir şey oldum..
Üzerinde yaşadığı dünyanın ona borçlu olmadığına yönelik kasvetli bir kanıya ilk defa kapılan Kelcey, ilerleyen birkaç günü acı çekerek geçirdi.
"Kim zaman da stoacıdan daha fazla bir şey olmak ‘gerekiyordu.’ Seni ilk öptüğüm zamanı hatırlamazsın tabii. Ama hiçbir zaman bilmediğin bir şey varsa o da benim dikenler üzerine oturmuş olduğumdu; eteklerim sıyrılmıştı, bacaklarım delik deşik olmuştu, kıpırdasam daha fazla batıyordu. Orada Stoacılık para etmezdi işte. Bana dünyayı unutturmuş değildin, seni öpmek için büyük bir istek de duymuyordum, sana vereceğim öpücük çok daha önemliydi; bir anlaşma, bir bağlantı olacaktı bu. Duyduğum acı ne kadar kaba bir şeydi değil mi? Böyle bir anda bacaklarımı düşünemezdim. Duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu.”
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.