Abdülbâki Baykara Efendi'nin babası ölüp de kendisi şeyh olunca, ilk işi oğlu yaşında bir hatunla evlenmek olmuş. Yaşı kemale erip kendi kemale erememiş her erkek gibi, Şeyh Hazretleri de yeni hatunu herkeslerden kıskanır olmuş. İlle de on yedi yaşında fidan gibi delikanlı olan Gavsi'den. Ve bir gün oğlunu tekkeden kovacak kadar ileri gitmiş kıskançlığı. İşte Gavsi Baykara o yaşından beri sazına yaslanarak kazanmış ekmeğini.
Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra tekkelerin kapatılacağını anlayan Abdülbâki Efendi, mütevelli heyetini toplayıp durumu kendi zaviyesinden arîz amîk anlatmış. Ve 'Arkadaş, Osmanlı'nın yasağı üç gündü. Bunlarınki de olsa olsa beş gündür! Tekkeye ait akaretin devlete geçip şuna buna peşkeş çekilmesini görmektense, gelin şunları bana satmış olun. Günü gelince tekkenin malı tekkeye kalır' demiş. Eh, karşılarındaki koskoca şeyh!.. Biri, 'Efendim taksim etsek de, nazarları celbetmesek' diyecek olmuş. Şeyh Hazretleri Allah beterinden saklasın, azıp kudurup, 'Bre herüf kal'a zaptettük de ganâim mi üleştirürsün? İnşallah sen tez vakitte geberende veledin tekkenin emvalini iade eder mi? Tüh yüzüne!..' deyip lafı kapatmış. Kapatmış ki kimse kalkıp da, 'Efendi, ya senin evlatların da iade etmezse?' sorusunu sormaya. Taa bin yedi yüz bilmem kaçlardan beri bu tekke bu ailenin meşâyihi altında. Abdülbâki Nasır Dedeler, Ali Nutkî Dedeler... Artık kim 'Gık!' diyebilir.
Muameleler bittikten sonra, Şeyhin kerameti gerçekleşince, devlet tekke binasından başka emlak bulamamış gaspedecek.