Sanki sevilmiş, sonra da sevilmemişlerin çöplüğüne atılmıştım; serin gölgelerden çürütücü güneşin altına, bir sığınaktan ıssızlığın ortasına fırlatılmıştım.
Kitabı çok beğendiğimi söyleyerek başlayayım.Karakterlerin ince ince işlenmesi,akıcılığı ile bir an olsun tempoyu düşürmemiş yazar. Okuduğum ayakları en yere basan, en gerçekçi romanlardan biri. Ama bütün bir kitabı öfkeyle okuduğumu ve yine aynı öfkeyle bitirdiğimi belirtmek isterim. Kitabın arka kapak açıklaması ve yorumları bana göre çok ama çok yanıltıcı. İmkansız bir aşk hikayesi değil söylenenin aksine hayatları parça pinçik edilmiş buna rağmen onurlu ve dik duruşlu kadınların öyküsü bana kalırsa. Ailenin erkekleri kadınların gururları,onurları üstüne tepinip tepinip,çocuklarına bakmayıp,eşlerine Şevkat göstermeyip bir de bunu ne talihsiz hayatım var tadında yaşıyorlar. Kitap bir aile öyküsünü anlatıyor ama ana hikayeye geçiş fazla uzatılmış bana kalırsa. En az iki,uç kitap olarak yazabileceği bir roman serisini tek bir kitaba sıkıştırmış yazar. Ayrıca bir aile içinde tekrarlanan
yaşantıların olması,aynı evin etrafında dönmesiyle Yüzyıllık Yalnızlık'tan fazlasıyla izler taşıyor.
Eserin coğrafyası ve kültürü beni çektiği için aldığım naçizade bir kitap.Hindistan ve Pakistan yöresine ait pek çok kitap okudum çoğunun genellikle durağan bir yapısı oluyor ancak okuduğum bu roman ciddi anlamda beni şaşırttı.Yazar (Anuradha Roy) gereksiz tasvirlerden ve yorucu ne kadar sanat varsa kaçınmışa benziyor.Kitabın dili yalın ve anlaşılır.insan okurken asla yorulmuyor.Konusu çok sürükleyici.Kurgu ana karakterin bir-iki jenerasyon (nene ve dede gibi) öncesinde başlıyor.Yetim bir çocuğun ve annesi ölmüş bir kızın birbirine bağlanması naklediliyor.Ben çok beğendim umarım siz de beğenirsiniz.Keyifli okumalar.
“Soğan, sarımsak, balık” dedi Meera, ağzından çıkan kelimelere, bunları açık açık söylemesine kendi de şaşırarak. “ Bana yasak olan her şeyi yemek isterdim. Ölmeden önce bir kez her şeyi yemek isterdim.”